Kuran kursları, kaçak Kuran kursları, mecburi din eğitimi, zorunlu seçmeli din dersleri ve İmam Hatip eğitimi, “din eğitimi” ile “dinci eğitim” kasten birbirine karıştırılarak müthiş bir “ikiyüzlülük” ve “pişkinlik” ile tartışılıyor ve topluma dayatılıyor!
“Dinci eğitim” yöntem olarak dogmatiktir:
Çünkü değişmez gerçeklere, sorgulanamaz emirlere ve yasaklara dayalıdır.
Bilimsel yönteme, sorgulayıcı ve araştırıcı yaklaşıma karşıdır.
Ezbere dayalı bir eğitimdir.
***
Bizzat kendi şeylerinin belirttiklerine göre, bilim ile irdelenemez, akıl ile sorgulanamaz:
Örneğin, Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü 2014’te ESA ve NASA’nın Mars araştırmaları hakkında, “Mars’ta su var mı, et var mı, but var mı, manyak manyak işler. Ben sana söyleyeyim, sen oraya çıkamadan dünya kopacak” diyerek bu tür çalışmaların gereksiz olduğunu belirtmiştir.
2016’da verdiği bir vaazda, Müslüman bilim insanları İbn-i Sina ve Farabi’yi “kafir” olarak nitelendirmiştir.
Onların evrenin düzeni ve işleyişi hakkında akılcı yaklaşımlarını eleştirerek, bu görüşlerin Kuran’daki “Allah her şeye kadirdir” ayetiyle çeliştiğini savunmuştur.
İslam’ın akılla uyumlu olduğunu, ancak aklın dini meselelerde bir süzgeç olarak kullanılmasının tehlikeli olabileceğini savunur.
İbn-i Sina ve Farabi örneğinde olduğu gibi, aklı merkeze alan yaklaşımların “kafayı yemiş” bir zihniyete yol açtığını ifade etmiştir.
Ona göre, bilimsel veya felsefi yaklaşımlar, Kuran ve sünnetle çelişmediği sürece kabul edilebilir, ancak dini gerçekleri sorgulamak için kullanılmamalıdır.
Ahmet Mahmut Ünlü’nün görüşleri, genel olarak tarikat şeyhlerinin görüşlerini de yansıtmaktadır.
Ne yazık ki, “dinci eğitim” bu görüşlere dayalıdır.
***
“Din eğitimi” ise, çocuklarımızın kutsal değerleri, dinlerini öğrenmelerine yönelik bir eğitimdir.
Elbette sadece tek bir dinin tek bir mezhebine veya bir alt mezhebine dayalı olarak yapılması hem tarihe, hem evrensel gerçeklere, hem de zaten laikliğe aykırıdır.
Genel olarak din, dinler tarihi, din sosyolojisi gibi konuların ve elbette Müslüman bir ülkede, İslamın, bütün mezhepleri ve çeşitlilikleri ile, “gönüllülük” esasına göre öğretilmesine kimsenin itirazı olamaz.
Ama ne yazık ki 1980 Askeri Cuntası ve Cunta’nın kendisine destek bulmak için işbirliği yaptığı Cemaat, din derslerini zorunlu hale getirmiş ve zaman içinde “din eğitimi”, “dinci eğitime” dönüştürülmüştür.
***
Sorun “din eğitiminin” “dinci eğitime” dönüştürülmesinde ve tek bir alt mezhebe dayalı “dinci eğitimin” topluma, “din eğitimi” adı altında dayatılmasında yatıyor.
Yirmi Birinci Yüzyıl dünyasında, isteyen çocuklarımıza “din eğitimi” verilmesinde, elbette hiçbir bir sakınca yoktur.
Ama gençlerin “dinci eğitimle” yetiştirilmeleri, (bırakın sonuç olarak laik ve demokratik rejim temellerinin sarsılmasını) Türkiye’nin dünya ile rekabet gücünün yok olmasına ve tüm toplum olarak dünyadan geri kalmamıza yol açar.