Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Özyönetim nedir?

15 Kasım 2015 Pazar

Kısaca özyönetim, yerel halkın kendi seçtiği meclis kararlarıyla yönetilmesi halidir. 12 Ağustos 2015’te KCK’nin isteğiyle Güneydoğu’da yedi ilçede “özyönetim” ilan edildi. İller özyönetimin dışında bırakıldı. Şimdi diyeceksiniz ki, hem devletin tüm imkânlarından faydalanıp, “belediye gelirleri, su, elektrik, ulaşım” gibi hem de özyönetim nasıl olacak? Olabilir. İyi niyetli düşünüldüğünde özyönetim demokrasiyi bir adım öne götüren, merkezi otoriteyi halk yararına devre dışı bırakan bir yönetim biçimidir. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde uygulanan bir tercihtir. Yerel halkın seçtiklerinin daha sıkı takibini sağlar. Şeffaflık en temel unsur haline gelir. Yöneten Kaf Dağı’nın arkasında değil, sokaktadır. Hesap vereceğini bilir. Vergilerinin nerelerde harcanacağı, seçenler tarafından belirlenir.
Buraya kadar iyi güzel. Şimdi hiç sevmediğim bir sözcüğü kullanıp “ama” diyeceğim. Böyle bir idare biçimi, ülkedeki mevcut anayasanın teminatı altında olmak zorundadır. Anayasada böyle bir yönetim şekline ait hiçbir açıklama yoksa, ne yazık ki, bu yönetim biçimi illegal olarak tanımlanır. Devlete başkaldırmak olarak görülür. Devletin olaya müdahalesini meşru kılar.
Öyle de oldu. Devlet tüm otoritesiyle, orantısız güç kullanarak özyönetim ilan eden bölge insanlarını cezalandırma yoluna gitti. Bu durumda bölgedeki PKK tarafından silahlandırılmış, (bu silahlandırmadan devletin pekâlâ haberi vardı) doğduğu günden beri savaş içinde büyümüş gençlerden oluşan özsavunma birlikleri bölgelerini savunmaya başladılar. Karışıklık, ölümler bundan sonra geldi. Oysa devlet gerçekten bölgenin sorunlarını çözmeye yönelen bir tavır gösterseydi bu bölgelerdeki sivil toplum kuruluşlarıyla, barolarla, belediye başkanlarıyla hatta özyönetim ilan eden meclisle görüşüp, bu özyönetim biçimini görüşmeye açacağını, yeni anayasa yapılırken bu talebin gündeme geleceğini söyleyebilir, tarafların uzlaşmasıyla daha sağlıklı bir uygulamaya geçirebilirdi.
Sorunlar tartışılarak, kamuoyuna şeffaf bir biçimde sunularak, karşılıklı bir müzakereyle çözülebilecekken hem devlet hem de özünde son derece demokratik bir yönetim biçimi olan özyönetimi bölgeye taşıyan KCK ve PKK çatışmayı tercih etti.
KCK ve PKK, devleti özyönetime bu çatışmalarla razı edebileceğini düşündü, devletse gerçek anlamda hiçbir demokratik düşünceye kulak asmadığını ve asmayacağını şiddetle gösterme yoluna gitti. Sonuç Silvan’da olduğu gibi, ölü çocuklarının küçücük bedenlerini kokmasın diye buzdolabında saklayan aileler, sokağa çıkma yasağının ne olduğunu bir türlü anlamayan, ev içinde bunalan çocukların kapı önlerinde vurulması, onlarca işyerinin tahrip edilmesi ve insanların göçüne neden oldu.
Şimdi ne olacak, Abdullah Öcalan’ın bir sözü vardı, “Bundan böyle ben bile isyan edenleri durduramam”. Evet, gelinen nokta bu. Bölge halkı bunca travmatik olaydan sonra vazgeçmez, öyleyse devlet anayasal olarak yurttaşlarının en temel hakkı olan yaşama hakkını bir biçimde savunmak durumundadır. Bu da tarafların yeniden masaya oturmaları ve hep birlikte en birinci bir hakkı “yaşama hakkını” savunmalarından geçer. Aksi takdirde bu böyle sürüp gider. Ve tüm ülke, biriken yüzlerce sorunu tartışamaz hale gelir. Bileşik kaplar misali ülkenin bir bölümünde savaş devam ederken diğer bölümünde işler yolunda gitmez. Gitmiyor da!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları