Duyun artık ya!

26 Şubat 2023 Pazar

“Türk halkı başta olmak üzere tüm dünya felaketi sahiplenmiş, ideal bir refleksle sorunların üstesinden gelme savaşımına girmiştir. Gözlemlerimize göre bu savaşımın içerisinde yer almayan tek organize güç, Türkiye Cumhuriyeti hükümetidir. Bu kuruluş, şu anda depremzedeleri değil kendini kurtarma paniği içerisinde tepki göstermekte ve bilinçsizce yapılan açıklamalar ve davranışlarla depremden zarar gören halkımıza bir de kendisi zarar vermekte, ölülerin ruhuna saygısızlık etmektedir... Türk halkı, basını ve bir kesim sanayici, işvereni ile bu sorunun üstesinden gelebileceğini göstermiştir. Bu hükümet halk tarafından oraya getirilmiş ve yine halk tarafından oradan atılacaktır... Hükümetten beklenilen sadece gölge etmemesidir.”

Bu okur mektubunu dün, önceki gün değil 99 depreminde almış ve yayımlamıştım. (Milliyet, İnternet Depremi, 30.08.1999) 

O yıllarda beğenmediğimiz basın özgürlükleri bu paylaşımları gözümüzü kırpmadan yayımlamayı mümkün kılıyordu. 

Dönemin siyasi iktidarı da mektuptan anlaşılacağı üzere depreme hazırlıksız yakalanmış ve gecikmeli, hantal bir tepki vermişti. 

Ama farklı ve yeni olan sivil toplumun uyanışıydı.   

Gölcük depremi, bizim “internet çağında” yaşadığımız ilk deprem oldu.  

Sürekli e-posta yağdıran okurlar, ’99’da yardımların nerelerde, nasıl kullanılacağının doğrudan hesabını tutuyor; gözlerimizin ve kulaklarımızın bu konunun üzerinde olması için bastırıyor, “rüşvetsiz, torpilsiz, dürüst, doğru, saygın, onurlu bir Türkiye istiyoruz” diye haykırıyor, “bu duyguları paylaşan herkesi birlikte hareket etmeye çağırıyor”du. 

Günümüzde çok daha seri ve hızlı örgütlenmelere fırsat veren Twitter, WhatsApp, Instagram, Facebook, sosyal medya yoktu. Ama internetin devreye girmesi, kartları hemen değiştirmişti. Hem deprem yöresinden haber akışı hızlanmış hem de sivil toplumun atik tetik örgütlenmesinin önü açılmıştı... 

STK’NİN ALTIN ÇAĞI

Devinimin farkını deprem bölgesinde doğrudan gözlemek mümkündü. 

17 Ağustos’tan 25 gün sonra Değirmendere’de tanık olduğum manzarayı örneğin şöyle aktarmıştım: 

“Sivil toplum örgütleri burayı mesken edinmişler. Türk Eczacılar Birliği ve Türkiye Protestan Kiliseleri yardım grubunun meydanda devasa bir çadırı var. Bedava ilaç veriyor. Antibiyotik, vitamin, ağrı kesici, çocuk, kadın bezi, mama, süt tozu... Aklınıza ne gelirse. Türk Diş Hekimleri Birliği parasız diş bakımı yapıyor. Psikiyatrik başvurular için dahi ilan yapıştırmışlar. 

Ordu, bir çadır fırında bedava ekmek; az ötede bir ekip yeni iç çamaşırı dağıtıyor. Bir hukuk bürosu da kurulmuş. Hakkına sahip çıkmak isteyenlere danışmanlık hizmeti veriyor.” 

Bu kendiliğinden organizasyona çok hayret etmiş, hayran kalmıştım. (bknz. “Hayata İnat: Değirmendere”, Milliyet 13.09.1999 N.C.)

Batı’da sanayi bölgesinin kalbini vuran 7.4, Türkiye’yi Gezi’ye dek götüren bir sivil toplum dönüşümünün başlangıcı olmuş; aynı yılın aralık ayında ülke AB “adaylığına” adım atmıştı.          

Marmara depremi, başka deyişle Türkiye’yi Batı’ya yaklaştıran, Batı’ya kaydıran bir deprem oldu. 

JEOPOLİTİK GERİ SALINIM

Bugün tam tersi bir gelişme izliyoruz. 

Marmara depremine paralel gözlemlerden hareket edecek olursak çeyrek yüzyıl farkla gelen son felakette ifade özgürlüğünün damardan baskılandığını, sivil topluma savaş açıldığını, muhalefetin “Be hey namussuzlar, be hey ahlaksızlar, be hey adiler!” kertesinde düşmanlaştırıldığını görüyoruz. 

Deprem yardımları organizasyonsuzluktan destinasyonlarına ulaşamayıp, yol kenarlarına, çamur yığınlarına terk ediliyor.

1999’un yıldız STK’si AKUT yıllardan beri etkisizleştirilip figüranlaştırılırken STK namına salt tarikatlar öne çıkarılıyor. İsrailliler, İtalyanlar, Fransızlar, Ruslar sahra hastaneleri kurarken Çömez’in İskenderun’daki sahra hastanesi sabote ediliyor...

Depremin şok ve ilk duygusal ortamı dağılırken bu sert engellemelerle çalışan gönüllüler de seyrelmeye başlıyor. Bölge halkı gitgide siyasi iktidarın güç tekeli ve propaganda makinesine bırakılıyor. 

En son 6.4’le sarsılan Defne belediye başkanının çaresizliğini bu içerikte değerlendirmek lazım: 

“Duyun artık ya!” diye sesleniyor İbrahim Güzel: “Burada kalanların başlarını sokabilecek yerleri yok. Duyun artık. Bir duyun! Bir çadır gönderemediniz. Muhatabı kimse üstüne alınsın. Beni de Silivri’ye atın. Bittik artık. Yeter ya!”

İçler acısı.  

Sırf Defne ve Hatay adına değil... Bu dipsiz çaresizliğe ortak olan hepimiz adına.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları