"Adaletin kestiği parmak acımaz” diye güzel bir atasözümüz var. Bu sözün özünü oluşturan gerçek, adaletin doğruluk, yansızlık, eşitlik ve güven üzerine inşa edilmiş olmasına dayanır. Bunun olması için de, yargının bağımsız ve tarafsız olması gerekir.
Çok sayıda yargı paketi açıklamış, anayasada ve diğer hukuki metinlerde yargının bağımsız ve tarafsız olduğunu yazmış olabilirsiniz, AİHM’nin yargı yetkisini tanımış, uluslarası sözleşmelerin iç hukukun üstünde ve bağlayıcı olduğunu kabul etmiş olabilirsiniz ancak iş bunlarla bitmiyor. O metinlere bu sözcükleri yazmak kolaydır, asıl ve önemli olan ise uygulamadır. Uygulamada bunlara uymuyorsanız, AİHM kararlarını uygulamıyor, AYM kararlarının kesin, herkes ve her kurum için bağlayıcılığı bir anayasa hükmü iken bunu dikkate almıyorsanız, ülkemizdeki bütün bilboardlara “Yargı bağımsızdır, Türkiye bir hukuk devletidir” diye yazsanız da bu sözleri kamu spotu olarak her gün TV ekranlarına yansıtsanız da yine hukuk devleti olamayız; adaleti sağlayamayız. Çünkü esas olan söz değil eylemdir, uygulamadır.
HUKUKTA ÇİFTE STANDART OLUR MU?
Adil yargılama adına topluma güven verilemediğini, meslek örgütleri, barolar, Türkiye Barolar Birliği(TBB) ve yurttaşlar sıkça dile getiriyor, yapılan tüm ciddi kamuoyu araştırmaları ile uluslarası güvenilir adalet ve hukuk endeksleri bunları açıkça ortaya koyuyor.
Yapılan bir araştırmada AKP seçmeninin yüzde 30’nun da adalete güvenmediği kısa süre önce haberlere konu oldu. Bu güvensizlik oranı muhalefet seçmeninde çok daha yüksektir. Adalet sistemimiz, hangi görüşe mensup olursa olsun tüm yurttaşlara, yargılamaların adil yapılacağı ve adaletin mutlaka gerçekleşeceği konusunda güven vermelidir, her yurttaş kendisini hukuk güvenliğinde hissetmelidir.
Bugünlerde, pek çok siyasi parti liderinin de dile getirdiği, yazar ve çizerlerin gündeme getirdiği, vatandaşların yakındığı bir başka konu da, benzer durumlarda ortaya çıkan farklı uygulamalardır. Hukukta çifte standart olamaz. “Adamına” ve “kurumuna” göre farklı bir uygulama kabul edilemez. Son dönemde özellikle ülkenin birinci partisi, iktidarın en büyük adayı ana muhalefet partisi CHP hedef alınıyor ki, bu son derece yanlıştır. Adalet heykelinin gözünün bağlı olmasının anlamı tarafsızlığı simgelemesidir. Yargıç yargıladığı tarafın kimliğine, sosyal konumuna, siyasi görüşüne göre değil, tam bir yansızlık içinde hukuka ve vicdani kanaatine göre karar verecektir.
‘SİYASETİ HUKUKİLEŞTİRMEK’
Hukuk fakültesinin birinci sınıfında, anayasa hocamız Bülent Tanör’den dinlediğim harika sözde olduğu gibi “Hukukçular olarak görevimiz, hukuku siyasileştirmek değil, siyaseti hukukileştirmektir.” Yargımızın güvenilirliği ve saygınlığı ancak böyle kazanılabilir. Adaletin mülkün (ülkenin) temeli olmasını, adaletin kestiği parmağın acımamasını ancak böyle sağlayabiliriz.
Ne yazık ki adaletin kestiği parmak artık acıyor. Bugün, anayasamızda yapılması gereken en acil ve en öncelikli değişiklik, yargı bağımsızlığını güvence altına alacak düzenleme olmalıdır. Gerçek anlamda “Demokratik, laik hukuk devleti” olmamız buna bağlıdır. Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu hukuk devleti, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu, bağımsız yargı ve güvenceli yargıçtır.
Yargıyı yıpratan ve güveni aşındıran bir başka husus da, soruşturmaların gizliliğinin ihlâl edilmesidir. Ayrıca bir vahim durum da daha sorgu devam ederken ve yargıç henüz kararını açıklamamışken kimi medya organlarında yargıcın kararının alt yazı olarak geçmesi, savunmanlardan ve muhataplarından önce duyurulmasıdır. Bunu Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın sorgusunu takip ederken bire bir yaşadık, ne yazık ki, bu durum tek örnek de değildir.
TARAFSIZLIK VE LİYAKAT
Son yıllarda çok tartışılan bir başka uygulama da avukatlıktan yargıçlığa geçiş konusudur. Bu yöntem, doğru ve objektif uygulanması, liyakatın esas alınması durumunda yararlı olabilirdi. Ancak yargıda kadrolaşma amacı ile iktidar partisinin yönetim kadrolarında yer alan veya iktidar partisinden çeşiti siyasi makamlara aday olanların yargıç ve savcı olarak atanmaları yansızlık konusunda haklı kaygı ve kuşkulara neden olmaktadır.
Yargı, yansızlığı zedeleyecek her türlü kuşkudan ve endişeden uzak tutulmalıdır. Seçimlerde, bir siyasi partiden milletvekili, belediye başkan adayı olan kamu görevlileri aday olamadıkları durumda, eğer başvururlarsa eski görevlerine yeniden dönebiliyorlar. Bunun istisnası ise, aday olan yargıç, savcı ve Silahlı Kuvvetler mensuplarıdır. Nedeni de aday olmakla parti aidiyetleri ve siyasi kimliklerinin ortaya çıkmasının yargının tarafsızlığı ilkesiyle bağdaşmayacağıdır. Buna rağmen, bir siyasi partide il ve ilçe başkanlığı, yöneticilik, belediye ve il genel meclis üyeliği yapmış, yerel ve genel seçimlerde aday olmuş avukatların mülakatla yargıçlık ve savcılığa kabul edimesi bu yasa kuralının arkadan dolanıp ihlal edilmesi demektir. Bu durum yargının bağımsızlığı ve yansızlığı ilkesi ile ilgili olup etik kurallara aykırıdır.
ÖRNEK DAVRANIŞ
Kamuoyuna zaman zaman yansıdığı gibi, özellikle son 10 yılda iktidar partisi mensubu belli kıdemdeki önemli sayıda avukatın mülakat yolu ile yargıç ve savcılığa atandığı artık bilinen bir gerçektir.
2001-2002 yıllarında TBB Yönetiminde birlikte görev yaptığım, dönemin TBB Başkanı, saygın hukukçu Av. Özdemir Özok, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Anayasa Mahkemesi Üyeliğine atanmıştı ancak rahmetli Özdemir Özok, yalnızca parti (CHP) üyesi olmasının yargı bağımsızlığını ve mahkemenin yansızlığını zedeler endişesi ile görevi kabul etmemiş, çekilerek örnek bir davranış sergilemişti.
Yazımı, büyük düşünür Seneca’nın “Adaletsizlik sonsuza kadar hükmedemez” sözünü anımsatarak, değerli ozan Sandor Petöfi’nin şu dörtlüğü ile bitirmek istiyorum:
Bolluk sepetinden herkesin
Eşit pay aldığı gün
Hak hukuk masasında herkesin
Eşitçe yer aldığı gün
Uygarlık güneşinin her evde
Pencereleri ışıttığı gün
Duralım diyebiliriz ancak,
Mutluluk ülkesine varılmıştır çün!
Av. M. Ziya Yergök
22. Dönem Adana Milletvekili ve Eski Adana Barosu Başkanı