Bugünlerde dış politikada Çin ve Rusya ile ilişkiler yeniden gündemde. Oysa Mart 2002’de Harp Akademileri komutanlığında Prof. Dr. Erol Manisalı ve Tuncer Kılınç Paşa ABD ittifakına Rusya ve İran ile alternatif arama tezini savundukları için başlarına Ergenekon kumpası kurulmuştu. Yaşanan onca acıdan sonra, Devlet Bahçeli Türkiye, Çin, Rusya ittifakını yeniden gündeme taşıdı. Çin Ankara Büyükelçisi C. Şüebin, ağustos ayında Cumhuriyet’teki yazısında Çin -Türkiye ilişkilerinin kazan kazan ilkesine dayandığını, ülkelerin kalkınma stratejilerinin entegrasyonunun Batılı ülkelerin iddia ettiği gibi “borç tuzağı” yaratmak değil ülkelerin yararına olacağını belirtiyordu. TOBB Başkanı R. Hisarcıklıoğlu da Kayseri’deki toplantıda hükümetin Çin’e karşı hiçbir stratejisinin olmadığını ileri sürerek Çin’den ithalatın sınırlandırılmasına yönelik acil önlem alınması gerektiğini vurguladı.
EŞİTSİZ TİCARET, KRONİK AÇIK
Bu tartışmalar sürerken son 25 yılda ortaya çıkan Çin ve Rusya ile eşitsiz ticaretin boyutlarına bakmak yararlı olabilir. Dış ticaret açığı, Türkiye’nin Osmanlı’dan miras aldığı köklü bir sorundur. 1838 Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi sonrası pazarlarımızın ithalat rekabetine açılmasını takiben yerli üretimin kan kaybetmesi ile ithalata bağımlı bir iktisadi yapı ortaya çıktı. Cumhuriyet döneminde özellikle tek parti döneminin iktisadi ve siyasi koşullarında tam bağımsızlık ve ithal ikamesi kaygılarıyla bağımlılık kırılmaya çalışılsa da özellikle 1950 ve 1980’lerin liberalleşme eğilimleri ile ithalata bağımlılık ve ticaret açığı sorunu çözülememiş, yeni boyutlar kazanmıştır.
Günümüzde ticaret ve kur savaşları dünya ekonomisinin önemli sorunları arasında yer alıyor. ABD-Çin, AB-ABD gibi dünyanın ağırlık merkezleri arasındaki ticari ilişkiler popüler iktisadi tartışmaların başlıca konusu durumuna geldi. Öyle ki bu konular hakkındaki spekülatif haberler dahi dünya finans piyasalarında beklentileri ve fiyatları etkileyebiliyor. Türkiye’nin ticari ilişkilerinde ise 1989’da SSCB’nin dağılması ve 2001’de Çin’in DTÖ’ye üye olmasını takiben önemli dönüşümler oldu. 1980’li yıllarda Türkiye’nin ticaretinde marjinal bir yere sahip olan bu iki ülke, bugün Türkiye’nin ihracatında hâlâ kayda değer olmayan, ancak ithalatında ilk iki ülke haline gelmiş durumda. Türkiye’de yakın dönemde Çin ve Rusya ile eşitsiz ticari ilişkiler, ticaret açığının oluşumunda başrol oynamaktadır.
Örnek olarak 2024 yılını incelediğimizde; Çin en çok ithalat yaptığımız ilk ülke, Rusya ise ikinci oldu. Çin’den yapılan ithalatın toplam ithalat içindeki payı yüzde 13, Rusya’dan yapılan ithalatın payı ise yüzde 12.7 oldu. Türkiye Çin’e sadece 3.4 milyar dolar ihracat yapabilmiş, Çin’den ise 44.9 milyar dolar ithalat yapmıştır. Bu eşitsiz ticaret sonunda Çin ticaret açığı 41,5 milyar dolar oldu. 8.5 milyar dolar ihracat, 44 milyar dolar ithalat sonucunda Rusya ticaret açığımız ise 35.5 milyar dolardı. İki ülke ile girdiğimiz ticaret sonucunda geçen yıl toplam açık 77 milyar dolara ulaştı.
Türkiye’nin ticaretindeki kronik açık ekonomide sürekli döviz kıtlığı baskısı yaratmaktadır. Döviz sorunu çözülemeyince kur, fiyat ve finansal istikrar sorunu da çözülememektedir. TL’nin değer yitirmesi enflasyonun başlıca sebeplerden biridir. Hatta Türkiye’nin ticaret açığı ve finansmanı sorununu çözememesi durumunda enflasyonu da sürdürülebilir biçimde çözemeyeceğini ileri sürsek, abartmış olmayız.
DENGE NASIL SAĞLANIR?
Çin ve Rusya ile ticaret nasıl dengelenebilir ya da sağlıklı bir şekilde finanse edilebilir? İlk akla gelenleri kısaca belirtelim: Özellikle Çin olmak üzere Türkiye’nin bu ülkelere yönelik turizm ihracatının artırılması için stratejilere gereksinim vardır. Ayrıca Türkiye’nin görece rekabet gücünün yüksek olduğu sektörlerde özellikle Çin mallarının ithalatını sınırlandırarak ithal ikamesinin desteklenmesi gerekir. Cumhurbaşkanlığı finans ofisi verilerine göre 2024 yılında Çin Türkiye’ye 2.8 milyar dolar, Rusya ise 415 milyon dolar doğrudan yatırım yapmıştır. Çin kaynaklı yatırımlar Türkiye’nin 2024 yılı doğrudan yatırımlarının yüzde 20’si, Rusya kaynaklı yatırımlar ise sadece yüzde 2.9’u düzeyindedir. Artış eğiliminde olmasına karşın Çin ve Rusya’nın doğrudan yatırımları karşılıklı ticaretten ortaya çıkan açığın finansmanı için çok yetersizdir. Çin büyükelçisinin ifade ettiği gibi ülkelerarası ilişkilerin kazan kazan prensibinde gelişebilmesi için, Çin ve Rusya’nın Türkiye’deki doğrudan yatırımlarını artırmalarına gereksinim vardır.
Türkiye’de ticaret açığı sorununun aşılması için, giderek ağırlaşan Çin ve Rusya ile eşitsiz ticaret ve bunun yarattığı finansman sorununun çözülmesi gerekmektedir. Orta vadeli programlarda, Kuşak ve Yol girişimi projeleri çerçevesinde Çin ile ilişkilerin geliştirilmesi, Rusya ile başta enerji olmak üzere çeşitli alanlarda işbirliğinin artırılması yönünde hedefler olsa da açığın büyük kısmını oluşturan Rusya ve Çin ile ticaretin nasıl dengelenebileceği ya da sağlıklı bir şekilde nasıl finanse edilebileceği acil sorununa, iktidarın hak ettiği önemi verdiği söylenemez. Tarihsel eğilimler bu sorunların piyasaya bırakılarak çözülemeyeceğini de göstermektedir. İki ülke ile ticari ilişkilerin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun olarak planlanması ve yönetilmesi zorunludur. Çin ve Rusya ile ilişkiler konusunda, yetkililerin daha çok ticaret hacminin genişletileceği yönünde açıklamaları öne çıkmaktadır. Ancak mevcut dinamikler altında, ticaret hacminin artması, açığımızı daha da büyütecektir. Çin ve Rusya ile ilişkilerde çözülmesi gereken sorun, ticaret hacminin artırılmasından ziyade eşitsiz ticaretin dengelenmesi ve yine de oluşabilecek açığın karşı ülkelerin doğrudan yatırımları ile sağlıklı bir şekilde finansmanının sağlanmasıdır.
PROF. DR. AHMET YILMAZ