Ahlaksızlığın kurumsallaşması - Kemal KILIÇDAROĞLU
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

Ahlaksızlığın kurumsallaşması - Kemal KILIÇDAROĞLU

06.03.2024 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Bir grup siyasetçi, tarihçi, sosyolog ve felsefeciyle konuşuyoruz. Doğal olarak Türkiye’yi ve insanımızı konuşuyoruz. Şunları söyledim hocalarıma: Yoksulluk giderek artıyor. Ahlak ve adalet konusunda en duyarlı kesim olan “orta sınıf” kan kaybediyor. Yoksulluk sınırının altında yaşayan milyonlar var. Anneler, babalar, çocuklar, engelliler... Binlerce aile pazar artıklarından ya da yakınlarının desteğiyle hayatlarını sürdürebiliyor. 

Bu durum yoksulluğun yaygınlaşmasına ve normalleşmesine yol açıyor. İktidarın da politikalarıyla insanımız yoksulluğu artık “kader” olarak algılamaya başlıyor. “Ben niçin yoksulum” sorusunu sormak akıllarına dahi gelmiyor... Daha acı olanı ise bu soruyu sorması gereken ve işçilerin haklarını savunacak sendikaların yozlaşmış sisteme adeta entegre olmaları... İşçiler sendikalarını aşarak hak aramaya başladıklarında ise önlerine polis engeli çıkıyor. Seslerini duyuramıyorlar. Sadece sendikalarını değiştirdikleri için işten atılan Şanlıurfa’daki Özak Tekstil işçileri bunun tipik örneğidir.

GIDIM GIDIM ‘YARDIM’

Yoksulluğun kader olarak algılanması “hak arama” talebini gölgeliyor. “Fakir hep fakir kalır” kabulü yaygınlaşıp içselleştiriliyor. Yoksulluk derinleşip yaygınlaştıkça yardıma muhtaç milyonlara Erdoğan’ın denetimindeki tek kişilik Saray hükümeti gıdım gıdım “yardım” yapmaya başlıyor. Ve yoksullar, yardımı devletin değil, Erdoğan’ın yaptığını zannediyorlar. Çünkü devletin tüm birimleri bu yardımı Erdoğan’ın yaptığını dillendiriyor. Böylece 5’li çetelere, tefecilere hizmet ederek yoksulluğu derinleştiren iktidar, yoksulları adeta kendi iktidarının güvencesi haline getiriyor. Bu insani ve ahlaki bir tutum değil.

Evet, bu insani ve ahlaki bir tutum değil... Ama Bertolt Brecht şöyle diyor... “Önce ekmek, sonra ahlak...” Aç insanın önceliği geçmişte de ahlak değildi, günümüzde ahlak değil... Açlığın yoksulluğun derinleştiği toplumların birinci önceliği doğal olarak, geçinmek, karın doyurmaktır. “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin” özdeyişinin özünde de açlığın bir kişi, aile ve toplum için tehlikeli boyutlarına vurgu yapılmıştır. Dolayısıyla sosyal devlet, adalet ve ahlak kavramlarını hem geniş kitlelerin içselleştirmesini sağlamak hem de devletle yurttaş arasındaki güveni oluşturmak için aç ve açıkta vatandaş bırakmamak durumundadır. Ancak bir devlet, halkın devleti olmaktan çıkıp bir parti devletine dönüşmüşse ve o parti de tek kişinin egemenliğinde olup tek kişinin denetimine tabi ise ahlaktan ve adaletten söz edemezsiniz. 

Nitekim bugün geldiğimiz nokta da maalesef budur. Devlet halkına hizmet eden bir devlet olmaktan çıkmış, büyük ölçüde bir avuç haramzadeye hizmet eden kuruma dönüşmüştür. 

Bunun içindir ki ahlaki kuralların temelden sarsıldığı, adalete duyulması gereken güvenin giderek kaybolduğu bir süreci yaşıyoruz. Kaldı ki bunu sadece politikacılar olarak bizler söylemiyoruz. Bunu yetkililer de ifade ediyorlar. Ayrıca sokaktaki vatandaşa “Türkiye’de adalet var mı? Yargıya güveniyor musunuz?” diye sorduğunuzda acı gerçeği sade vatandaştan da öğrenebilirsiniz. 

ÖNCELİK KENDİLERİNE

Devleti şirketmiş gibi yöneten politikacılar, doğal olarak (!) devletten nemalanmayı önce ailelerinden ve yakın çevrelerinden başlatırlar. Yakın çevrelerini devletin her türlü olanaklarından (göstermelik ihalelerle büyük işlerin verilmesi gibi) yararlandırırlar. Bu olanak devleti yöneten aileye büyük para ve hediyelerin gelmesinin kapısını açar. Kuşkusuz bu kirli işleri birilerinin ahlak adına (!) savunması gerekiyor. Bunu da oluşturdukları ve kiralık kalemlerin yer aldığı “havuz medyası” üstlenir. Böylece devlet yönetiminde ahlaksızlığın da savunuculuğunu yapan medya oluşturulur. 

Kuşkusuz ahlaksızlık sadece bunlarla da sınırlı kalmaz. Ahlaksızlığı devlet yönetiminde egemen kılan anlayış kendisini ve yakın çevresini de güvence altına almak ister. 5’li çetelere büyük mali olanaklar sağlamakla birlikte, yandaşlara yargıda, yargı dışında devlet katında önemli makamlar da ikram (!) edilir. Örneğin, Yargıtay üyeliğini küçümseyen, beğenmeyen, torpille Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanır. Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayanlar, Yargıtay üyesi yapılır. Hatta bazen o kadar ileri gidilir ki “rüşvet aldığı bilinen” kişiler “büyükelçi” atanır. 

Aslında bu örnekler bile ahlaksızlığın devlet katında ulaştığı boyutu göstermesi açısından önemlidir. Tabiidir ki bu rüşvetçi büyükelçilerin Türkiye’nin sırlarını para karşılında satmayacağını kimse garanti edemez. Hiç kimse şunu unutmamalı, liyakatin yok edildiği bir devlet yönetiminde ahlaksızlığın egemen olması kaçınılmazdır. Arzu edenler, Prof. Dr. Ahmet Mumcu’nun “Osmanlı Devletinde Rüşvet” kitabını okuyabilirler. 

Ahlaki değerlerin bu denli ayaklar altına alındığı bir süreç Cumhuriyet döneminde hiç yaşanmadı. İlk kez yaşanıyor. Devletin adeta bütün kurumları ahlaki zafiyetle karşı karşıya... Toplumumuzu toplum yapan değerlerin içi bilerek, isteyerek; planlı bir şekilde boşaltıldı. Ve ülkemizde ahlaksızlık ne yazık ki kurumsallaştırıldı. Devleti yöneten kişinin TBMM’de “namusu ve şerefi üzerine” ettiği yemine sadık kalmaması ahlaksızlığın ulaştığı zirveyi göstermesi açısından sorgulamamız gereken bir olaydır. Daha acı olanı ise bu olayın özellikle bazı “İslami çevrelerde (!)” kabul görmesidir. Oysa sevgili peygamberimiz “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” der. Çıkarın; inancın ve ahlakın önüne geçtiği acımasız bir dönemi yaşıyoruz... O kadar ki Gazi Meclis’imiz bile, ahlaksızlığı aklayan bir ibra organına dönüştürüldü. Kuşkusuz ahlaki değerlerde çürüme, birden bire ortaya çıkmadı. Saray’daki “tek kişilik hükümet” 20 yılı aşkın iktidarında toplumun ahlaki değerlerini aşama aşama çürüttü. Yapılanların doğru olduğuna yönelik propaganda bugünkü acı tablonun ortaya çıkmasına yol açtı. Daha acı olanı ise ahlaki çürümenin din – inanç kullanılarak meşrulaştırılmasıydı. Böylece ahlaksızlığı kurumlaştırmanın da yolu açılıyordu. Örneğin iktidar için sahte videolar yapmak normaldi. Seçmene yalan söylemek normaldi... Halktan alınan verginin hesabını halka vermemek normaldi... Savurganlık; bırakın ayıp olmayı, itibar için gerekliydi ve normaldi. Bırakın yasaları, anayasayı bile uygulamamak normaldi. Milyonlar ekmeğinin derdine düşürülürken Saray’a sadakat ve suça ortaklık normaldi. Rüşvet alanların, yolsuzluk yapanların, yasadışı gelir elde edenlerin, uyuşturucu baronlarının, 5’li çetelerin her türlü ahlaksızlığı yapanların iktidar katında itibar görmesi normaldi... 

Ahlaksızlık o boyutlara ulaştı ki devleti yöneten kişi “Yerel seçimlerde bize oy vermezseniz size hizmet gelmez” deme cüretini dahi gösterdi. Bu ve benzeri yüzlerce örnek gösterilebilir. Tüm bu söylemler ve eylemler ahlaksızlığın normalleşmesini aşama aşama toplumun belleğine yerleştirdi. Goebbels’in bile elinde olmayan propaganda araçlarıyla toplum duyarsızlaştırıldı... Devleti yönetenlerin bu sürece öncülük etmeleri ise ahlaksızlığın kurumsallaşmasına yol açtı. Yoksulluk arttıkça, insanlar geçim derdine düştükçe, orta sınıf eridikçe, yoksula ekmek “hak” olarak değil, “lütuf” mantığıyla verildikçe toplum ahlaki bir çürüme ile karşı karşıya kaldı... 

Oysa Ebu Zer el Gifari, “Geceyi aç geçirip de kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim” diyor. 

Yani “hak arama” kavramını öne çıkarıyor. Saray iktidarıyla masaya oturan sendikacılara bakın, işçinin hakkını alın terini değil, adeta devleti soyduranların, soyanların çıkarlarını savunur bir pozisyon alıyorlar... Kaldı ki işçi sendikaları sadece çalışanların haklarını savunmakla da sorumlu değiller. Bu sendikalar, demokratik, laik, sosyal hukuk devletini de savunmak zorundadırlar. Ama üzülerek ifade edeyim ki bugün için bu sendikalar bu bilinçten oldukça uzaktırlar. Sadece bazı sendikalar mı? Kuşkusuz hayır, Saray iktidarına yakın bazı sözde sivil toplum örgütleri, medya kuruluşları da (!) (havuz medyası) kurumlaşan ahlaksızlığa kol kanat geriyorlar. Pazar artıklarından, çöp kutularından yiyecek toplayan on binler onları hiç ilgilendirmiyor. Ama ben yine de Nâzım’ın şiirinden bir bölümü bu yazıya almak isterim. 

“Açlık ordusu yürüyor/ yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için/ hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor/ yürüyor ayakları kan içinde.”

DEVLETTEKİ ÇÜRÜMENİN DRAMATİK YANSIMALARI...

Bir haber (31.12.2023 medya) hepimizi derinden üzdü... Zihinsel engelli kızını öldürdükten sonra intihar eden baba tarafından yazılan mektup, olayın ardındaki trajik hikâyeye ışık tuttu. Baba, mektubunda, “Eğer ölürsem, kızıma kim bakacak? Ortada kalır. Hakkınızı helal edin” ifadelerini kullanarak kızını öldürüp sonra intihar etti... Bu çaresizliği yaratan ve 22 yıldır iktidarda olan Erdoğan acaba bir vicdani ve ahlaki sorgulama yaptı mı? Yaptığını hiç sanmıyorum... Erdoğan, devleti “sosyal devlet” olmaktan çıkarıp üst gelir gruplarına, faizcilere, tefecilere, 5’li çetelere, uyuşturucu baronlarına hizmet eden ve milyonları fakirliğe mahkûm eden politikanın sorumlusudur. 

Sosyal devleti temelden sarsan, anayasayı askıya alan, hak arama taleplerini şiddet kullanarak baskılayan bir yönetim, doğal olarak ahlaksızlığın kurumsallaşmasına zemin hazırlarlar... Açıkça söylemek gerekiyorsa, evrensel ahlaki kuralların bile göz ardı edildiği bir devlette çürüme başlar ve ahlaksızlık kurumlaşır. 

Biliyorum bazı okuyucular bu kadar sert bir tanımlama yapmayı doğru bulmayabilirler. Ama şunu asla unutmayalım. Bir kamu bankası yöneticisi tasarrufunu bankaya yatırmayıp da evde ayakkabı kutusunda tutuyorsa, bu hayatın olağan akışına aykırıdır ve bunun rüşvet olduğu bellidir. Peki, acı olan ne? Bu rüşvetçinin önce yargıda aklanması (!) ve daha sonra rüşvet parasına devletin ayrıca faiz ödemesidir. Üstelik mahkeme kararıyla... Böyle bir ahlaksızlık dünyanın hiçbir ülkesinde yaşanmamıştır. Ama bizde yaşandı... Çünkü ahlaksızlık kurumlaştı...

SONUÇ

Gelecekten umutsuz muyuz? Elbette ki hayır. Bu toprakların gördüğü en büyük devlet adamı, devletimizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi; “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.” Evet, bizler adaletin ve ahlakın egemen olduğu bir Türkiye için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Adaleti, ahlakı ve erdemi egemen kılıncaya kadar... Özetle; ahlaksızların ahlak bekçiliğine soyunmalarına izin vermeyeceğiz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU

CHP 7. GENEL BAŞKANI

Yazarın Son Yazıları

Tek Çin ilkesi - Wei Xiaodong

Türkiye’de Çin’in Tayvan bölgesi yaygın olarak bilinse de bu bölgeye ilişkin tarihi ve siyasi bilgiler genellikle sınırlı kalmaktadır.

Devamını Oku
05.12.2025
İktidarın eğitimdeki U dönüşleri - Nazım Mutlu

Siyasal yaşamının toplamı çeyrek yüzyılı bulan iktidar partisinin kısa tarihi, sayısız U dönüşleriyle doludur.

Devamını Oku
03.12.2025
Cumhuriyete sahip çıkma konuşması: Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ - Hamdi Yaver Aktan

Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1933 akşamı İzmir Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki olayı öğrenir.

Devamını Oku
03.12.2025
Demokraside seçilenler özgür olmalı - Hüseyin Mert

Demokrasi; çağdaş yaşamın, mutluluğun, ekonomik kalkınmanın ve her türlü gelişmenin önkoşulu, altyapısı ve temelidir.

Devamını Oku
03.12.2025
Tekke ve zaviyelerin kapatılması - Doç. Dr. Hüner Tuncer

Tekkeler ve zaviyeler, İslamdaki tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleridir.

Devamını Oku
02.12.2025
Suyun akışını sürdürmek - Dr. Anıl Yıldırım Poyraz

“Su ateşe galiptir ancak bir kaba girerse ateş onu kaynatıp yok eder.” - Mevlana

Devamını Oku
02.12.2025
21.yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasi - Halil Sarıgöz

Sosyal demokrat partilerin tarihsel serüvenine baktığımızda, parti programlarının yalnızca birer teknik metin değil; toplumun yönünü, siyasal aklın niteliğini ve iktidar imgelemini belirleyen kurucu belgeler olduğunu görürüz.

Devamını Oku
01.12.2025
Gıda güvenliği sistemimiz alarm veriyor - Adnan Serpen

Gıda yaşam için olmazsa olmazdır ancak kirlenirse hastalığa, hatta ölüme bile neden olabilmektedir.

Devamını Oku
01.12.2025
Buğra Gökce, Silivri'den Cumhuriyet'e yazdı

Otuz altıncı pazar...

Devamını Oku
29.11.2025
İhanetin adı barış olamaz… - Erol Ertuğrul

Güzel yurdumuzda 23 yıldır uygulanan politikalarla, üniter devlet yapımıza ve Cumhuriyetimizin kuruluş anlayışına uymayan görüşler seslerini yükseltmeye başladı.

Devamını Oku
29.11.2025
İddianame hukukla bağlı mı? - Doğan Erkan

İmamoğlu iddianamesi başından beri hukuk dili yerine tercih edilen siyasal retoriğiyle, delil boşluğuyla, rivayet anlatımlarıyla tartışılıyor.

Devamını Oku
28.11.2025
İmralı ziyareti ve TBMM - Hüseyin Özkahraman

Türkiye’de “Kürt meselesi”, etnik kimlik tartışmalarını aşan; devlet-toplum ilişkilerini, siyasal katılım biçimlerini, demokratikleşme dinamiklerini ve meşruiyet tartışmalarını doğrudan etkileyen çok katmanlı bir olgudur.

Devamını Oku
28.11.2025
Seçimin sakatlanması - Cihangir Dumanlı

Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir.

Devamını Oku
27.11.2025
Kurucu felsefeye dönüş - Mehmet Tomanbay

Son açıklanan TÜİK verileri enflasyon, işsizlik ve derinleşen yoksulluğun gittikçe büyüyen sorunlar olduğunu göstermektedir.

Devamını Oku
27.11.2025
Düzensiz dünya nereye gidiyor? - Nejat Eslen

Yeni bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreği yakında bitecek.

Devamını Oku
26.11.2025
İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

Devamını Oku
26.11.2025
Eğitim sürecinde öğretme ve öğrenme - Cihat Karaali

Geçmişte eğitimciler yalnızca öğretmen değillerdi.

Devamını Oku
26.11.2025
Radbruch formülü ve Türkiye bağlamı - Başar Yaltı

Daha önce bu sütunlarda yayımlanan “Adaletsizliği Görmek” (Cumhuriyet, 07.11.2025) başlıklı yazımızda; adalete giden yolun adaletsizliği görmekten geçtiğini, bir hukuk düzeninde karar veren konumundaki tüm görevliler ile hukuk normlarını uygulayan tüm yetkililerin adaletsizliği görmek, önlemek ve adaleti yerine getirmekle görevli olduklarını, adaletsizliği görme yetisine sahip olmayanların yargıç ve savcı yapılmaması gerektiğini belirtmiştik.

Devamını Oku
25.11.2025
Türkiye Araf’ta - Gani Işık

Şimdilerde Türkiye’ye bir hal oldu; Cumhur İttifakı, İmralı ile hemhal oldu.

Devamını Oku
25.11.2025
Öğretmenim, canım benim! - Duran Güldemir

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün anlamını ve önemini anlatmak için söylenecek çok söz var elbette ancak Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinin bu dizeleri sanki bir başka söze gerek yoktur der gibi derin bir duygusallık içine sürüklemektedir bizi.

Devamını Oku
24.11.2025
Uçak kazasının düşündürdükleri... - Cumhur Utku

Geçen hafta Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen askeri uçağımızla ilgili bir tanımı düzeltelim

Devamını Oku
22.11.2025
‘Ot otlayanlar’dan bugüne - A. Celal Binzet

Günümüzün yakıcı sorunlarından birisi olan vergi, bozuk sistemin ana nedenlerinin başında geliyor.

Devamını Oku
21.11.2025
Bir döneğin anatomisi - Çiğdem Bayraktar Ör

Dün söylediğini bugün unutuyor; hayır, unutmuyor; “Dün söylediğini yutuyor”!

Devamını Oku
21.11.2025
Türkiye’de şap hastalığı neden hâlâ bitmiyor? - Gülay Ertürk

Türkiye’de hayvancılığın en büyük sorunlarından biri, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ kontrol altına alınamayan şap hastalığıdır.

Devamını Oku
21.11.2025
Dünya Çocuk Hakları Günü - Recep Nas

Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme, 20 Kasım 1989 günü Birleşmiş Milletler’ce kabul edilmiş, 2 Eylül 1990’da yürürlüğe girmiştir.

Devamını Oku
20.11.2025
CHP'nin iktidar kurultayı - Ziya Yergök

Türkiye’nin kurucu ve birinci partisi, iktidarın en güçlü adayı CHP, 28- 30 Kasım tarihlerinde 39. olağan kurultayını yapacak.

Devamını Oku
20.11.2025
Güvenlik kültürü üzerine - Gazi Zorer

Ülkemizin büyük kısmı aktif deprem kuşağında ve sıklıkla depremi yaşıyoruz ama esaslı bir deprem master planımız yok.

Devamını Oku
19.11.2025
Kemalizm karşıtlığının maskesi - Tunay Şendal

Türkiye, 10 Kasım’ın manevi ağırlığı altında, Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına yönelik tartışmaların bir kez daha alevlendiği bir kırılma anına tanık olmuştur.

Devamını Oku
19.11.2025
Gözden gönüle akan bir aydın - Mücteba Binici

Veteriner hekim Nihat Köse ile ilk karşılaşmamız, 1988 yılının ağustos ayında Samsun Sahra Sıhhıye Askeri Okulu’nda başladı.

Devamını Oku
19.11.2025
İhanet ve gerçekler - Doğu Silahçıoğlu

1914-1918 Birinci Paylaşım Savaşı’nda İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgaline uğrayan Anadolu; Mustafa Kemal önderliğinde başlatılan Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı döneminde, ardında yayılmacı sömürgecilerin ve Saray’ın durduğu ihanet dolu bir sürece sahne oldu.

Devamını Oku
18.11.2025
Kavramların sosyal yaşamdaki etkisi - İsmail Doğan

İnsanlık bir arada yaşamaya başladığı andan itibaren sosyalleşme doğal bir gereksinim olarak ortaya çıkmıştır.

Devamını Oku
18.11.2025
Masumiyet karinesi - Suna Türkoğlu

Hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olan “masumiyet karinesi” veya “suçsuzluk karinesi”, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 38’inci maddesinin dördüncü fıkrasında, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” hükmü ile pozitif hukukta da yer almaktadır.

Devamını Oku
17.11.2025
Çalışma yasalarında değişim gerekli mi? - Dr. Engin Ünsal

Yasalar da canlılar gibi zamanla yaşlanır ve işlevini yapamaz duruma gelir.

Devamını Oku
17.11.2025
KKTC 42 yaşında! - İhsan Tayhani

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 15 Kasım 1983’te dünyaya gelenler, şimdi 42 yaşındalar ve onlar, anne ve babalarından farklı olarak özgürlüklerinin güvencesi olan bir Cumhuriyetin kucağına doğdular.

Devamını Oku
15.11.2025
Erken yaşta okur yetiştirmek - Prof. Dr. Sedat Sever

Edebiyat yapıtları, Montaigne’in belirlemesiyle, “Bizim kendimizin dışına, ötemize gitmemize” kılavuz olan estetik birer uyarandır.

Devamını Oku
13.11.2025
Sosyalizm ve cumhuriyet - Kaan Eroğuz

Neoliberal küreselleşmenin 40 yılı aşkın sürede yarattığı tahribat...

Devamını Oku
13.11.2025
Hukuk devleti mi, yargı devleti mi? - Av. Erol Türk

Hukuk devleti herkesin, devleti yönetenlerin de hukuka bağlı olduğu, hukukun üstünlüğünü ve temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan devlettir.

Devamını Oku
12.11.2025
Ankara Hukuk Fakültesi 100 yaşında - Av. Ahmet AKGÜL

5 Kasım 1925 tarihinde, ilk TBMM binasının toplantı salonunda yapılan törende Ankara’da leyli (yatılı) – nehari (gündüzlü) bir hukuk mektebi açılmıştı.

Devamını Oku
12.11.2025
Onlar daha çocuktu… - Şükrü KARAMAN

Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde merdiven altı parfümeri imalathanesinde meydana gelen patlamada üçü çocuk altı emekçi...

Devamını Oku
12.11.2025
Efsanevi bir dönemin sonu - Doç. Dr. Hüner Tuncer

10 Kasım 1938 tarihi, tarihte hiç kuşkusuz bir dönüm noktasıdır! Bu tarihle birlikte Türkiye’de efsanevî bir dönem sona ermiştir. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren gözlerini her gün yeni bir masala, gerçekleşmesi olanaksız gibi görünen yeni bir düşe açan Türk ulusu, bundan böyle hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağının ayırdına varmaya başlayacaktır.

Devamını Oku
11.11.2025

İlgili Haberler