“Yıllar sonra hatırlayıp utanacak çocuklarımız Cesaret sayıldığını doğruluk denen şeyin”
Yevgeni Yevtuşenko

Cevat Bey, Adana’nın yakıcı sıcağının hâlâ sürdüğü o Eylül gününün sonunda işten ancak gece yarısı dönebildi. Yorgun, uykusuz ve açtı. Dahası gelecek güzel günlere dair umudu giderek tükeniyordu. Altı aydır asayiş ve güvenliğinden sorumlu olduğu bu şehirde tek bir gün bile olaysız geçmemişti. Az önce Yapı Meslek Lisesi’nin pansiyonunda tanık olduğu sahne ise, belki de yaşadıklarının en ağırıydı: Altı öğretmen elleri bağlı, kanlar içinde yerde yatıyordu. Bu korkunç görüntü karşısında Vali Aydemir Ceylan ile birlikte gözyaşlarını tutamamıştı. (1) 1979 senesinin 18 Eylül’ünü 19 Eylül’e bağlayan o gece, Cevat Yurdakul bütün ekipleri yatağından kaldırıp harekete geçirmişti. Olaya, yine sağ–sol çatışması denecek ve kanlı döngü yeni acılarla sürecekti. Bu kardeş kavgası tümüyle anlamsız geliyor, içini kemiriyordu. Türkiye’nin dört bir yanından gelen bu gencecik öğretmenleri kim, hangi akıl öldürmek isterdi? Adana valisi ve emniyet müdürü olarak gösterdikleri yoğun çabaya rağmen neden onları koruyamıyor, böylesi olayları önleyemiyorlardı? Acaba terör aynı siyasal merkezden mi yönetiliyordu?
Zihnini kemiren bu sorularla gece yarısı eve3 döndüğünde, Ülker Hanım’a yalnızca, “Bana şimdi hiçbir şey sorma!” diyebildi ve bitkin bir halde kendini bıraktığı koltukta sabaha kadar gözünün önünden silinmeyen o manzarayla boğuştu; uyku ile uyanıklık arasında sürüklendi. Gencecik öğretmenlerin, birkaç saat sonra acı haberi alacak ailelerini; cenazeler memleketlerine ulaştığında yükselecek ağıtları düşündü. Ve altı masum öğretmenin cansız bedeninin yer aldığı bekâr lojmanının o ıssız, yoksul odasını…
Kim bilir? Belki de öğretmen Müslüm ortada duran masada mektup yazıyordu, öldürülmeden bir kaç saat önce, Eldivan’daki babasına... Ya da yirmi beşindeki öğretmen Davut, Sivas’taki anasına…
On yıl öncesine gitti Cevat. Paris’teki, Bordeaux’daki yapayalnız günlerine. Tenha bir pansiyon odasında, hep düşündüğü, kararlar aldığı, yazıp çizdiği masanın başında, çocuklarına, eşine mektup yazarken buldu kendini. Masanın üstünde, gurbete düştükten on beş gün sonra doğan ikiz çocukları Ayçil ve Acar’ın fotoğrafları; onların yanında küçücük bir çalar saat, bir radyo, kitapları, defterleri, lügatleri, Türkiye haritası ve Ankara’nın, Ordu’nun resimleri... (2)
Bu defa Ordu’daki köy evini anımsadı. Sokak lambasının altında ders çalıştığı, kitap okuduğu geceleri. Çimento kâğıtlarından defter yapan, her pazartesi günü sırtında odun, elinde yoğurt bakracı, tarladan topladığı sebzeler ve evde pişirilen çöreklerle on altı kilometre yolu yürüyerek kendisine yakacak ve yiyecek getiren babasını…(3)
Yapı Meslek Lisesi lojmanındaki dehşet verici sahneyle düşleri geçmişe kaymıştı. Cevat Bey, koltuğun üzerinde yarım yamalak uykuyla geçen gecenin sabahında erkenden işe gitti. Gün boyu olayın ipuçları üzerinde çalıştı. Akşam, resmî bir yemek için üniversiteye gitti. Haber saatinde radyoyu açtırdıklarında yanında oturan Vali Aydemir Ceylan’la donup kaldılar. MHP Genel Başkan Yardımcısı Sadi Somuncuoğlu, öldürülen öğretmenlerin ülkücü olduğu varsayımıyla “Saldırıdan başbakan, Adana Valisi ve Emniyet Müdürü sorumludur” diyordu. Oysa ikisi de öğretmenlerin sağcı mı, solcu mu olduklarıyla ilgili değildi. Üstelik öğretmenlerin ülkücü olduğuna dair hiçbir somut bilgi yoktu. Emniyet Genel Müdürü Haydar Özkın ve Adana TÖB-DER Şubesi, öldürülen öğretmenlerin dördünün solcu, ikisinin ise ülkücü olduğu yönünde açıklamalar yapmış, Başbakan Bülent Ecevit de, öğretmenlerin ideolojik ayrım gözetmeksizin öldürülmüş olmalarını bu katliamın ilginç yönü olarak gördüğünü söylemişti.Vali Bey, Cevat Yurdakul’un kulağına eğilerek, “Cevat, idam fermanımız okunuyor” demişti.
Cevat Yurdakul’un uzun süredir aldığı tehditler, bu olay sonrasında daha da yoğunlaşmıştı. 27 Eylül günü, bir yandan operasyonları yönetmeye çalışıyor, bir yandan da ara ara eşini arayarak iyi olup olmadıklarını soruyordu. Özellikle Eylül ayı içindeki olaylar Cevat Bey’i kahretmişti; oysa göreve geldiği ilk günden beri bu kanlı saldırıları önlemek için soluksuz çalışıyordu. O gece de eve geldiğinde yine yorgun ve moralsizdi. Ülker Hanım onu biraz ferahlatmak için “Bugün ayın kaçı, Cevat” diyerek kendi doğum gününü gülümseyerek anımsatınca, Cevat Bey yalnızca, “Yaşadığımıza dua edelim” demişti.
Ülker Hanım, kocasıyla gurur duyuyor; ama onu böyle gördükçe üzülüyor, kaygılanıyordu. Cevat Bey, altı ay gibi kısa bir sürede birçok cinayeti aydınlatmış, çok sayıda eylemciyi yakalatmıştı. Sağ–sol ayrımı yapmadan olayların üzerine kararlılıkla gidiyor; kentte asayişi sağlamak için elinden geleni yapıyordu. Yalnız terör değil, karaborsa ve yolsuzluklarla da mücadele ediyordu. Vali Aydemir Ceylan’la birlikte yaptıkları baskın ve denetimlerle stok yüzünden yaşanan yağ ve akaryakıt sıkıntısını önemli ölçüde gidermişlerdi. Yine büyük boyutlu bir ehliyet yolsuzluğunu ortaya çıkarmış, olaya adı karışan polisleri ve dönemin belediye başkanının yakınlarını da gözaltına aldırmıştı. İşte tam da bu yüzden, yalnızca sağdan ve soldan değil, çıkarlarını korumak isteyen sermaye çevrelerinden de tepki görüyor, üst makamlara şikâyet ediliyor, sağcı çevrelerce açıkça hedef gösteriliyordu.
28 Eylül 1979, Cuma sabahı, Ülker Hanım her zamanki gibi erkenden işe gitmişti. Cevat Bey ise çocukları ortaokula kaydettirmek için gerekli kimlik belgelerini getiren kayınpederi Muammer Örer ve çocuklarla birlikte alelacele bir kahvaltı yaptı. Ardından Muammer Bey’le birlikte evden çıktı; onu Ankara’ya uğurlayacaktı. Merdivenlerden inerken bir an durdu, dönüp çocuklarına el salladı, onlara “Dikkat edin!” dedi. Aradan sadece birkaç dakika geçmişti ki silah sesleriyle çınladı, “Salcılar”8. Acar hızla aşağı koştu. O sırada polis telsizlerinden önce “301 oto tarandı!” anonsu geçti; iki dakika sonra da acı haber geldi: “Emniyet Müdürümüz şehit oldu!”
Cumhuriyet Caddesi ile Adalet Caddesi’nin kesiştiği kavşakta, tam kerestecilerin önünde pusuda bekleyen çalıntı bir taksi yolu kapatmış, yavaşlamak zorunda kalan makam aracı saniyeler içinde yaylım ateşiyle delik deşik olmuştu. Cevat Yurdakul aldığı faşist kurşunlarla oracıkta can vermiş, kayınpederi ve makam şoförü ağır yaralanmıştı. Olay esnasında kereste dükkânının önünde oturan “İğneci Ali” de yaşamını yitirmişti.
Cevat Yurdakul, yaşamını yurtseverliğin izinde sürdürmüş bir polisti. Ülkenin en karanlık günlerinde, tarafsız ve dürüst kalmanın bedelini yaşamıyla ödedi. Tehditlere boyun eğmedi, korkuya teslim olmadı; halkının esenliği için dimdik yürüdü. Bu ülkenin çocukları bilsin ki; böyle insanlar da yaşadı bu topraklarda ve bu ülke hâlâ nefes alabiliyorsa, bunu onların ve ailelerinin ödediği bedellere, onurlu mücadelelerine borçludur.
Halkın polisi Cevat Yurdakul’a sonsuz saygıyla…
Kaynaklar:
(1) Aydemir Ceylan. Bir İhtilal Bir Darbe Arasında 20 Yıl. İleri Yayınları, 3. baskı. Eylül 2006; sayfa 518.
(2) Cevat Yurdakul’un 12 Mart 1969’da, çocuklarına Paris’ten yazdığı mektuplar.
(3) Orhan Tüleylioğlu. Neden Öldürüldüler? Um:ag Yayınları; 2. Baskı. 2007.
Dipnot: 11 Eylül 2025’te gerçekleştirdiğimiz uzun ve kapsamlı röportaj sırasında gösterdikleri yakın ilgi için Cevat Yurdakul’un değerli eşi Ülker Yurdakul’a ve çocukları Ayçil ile Acar Yurdakul’a gönülden teşekkürlerimi sunarım. Bu yazının hazırlanmasında ayrıca; suikastın tanığı, Adana gençlik hareketinde yer almış ve ablası o yıllarda Adana Yapı Meslek Lisesi’nde öğretmen olan Ömer Ateş’in aktarım ve tanıklığından ve Dr. Metin Güran ve Dr. İsmail Bulca’nın paylaştığı bilgilerden yararlanılmıştır.
Prof. Dr. Okan Toygar