Özdemir İnce

Jean-Paul Sartre

18 Şubat 2025 Salı

Yıl 1965. Paris’teyim. Sorbonne’a bağlı Institut des professeurs de français à l’étranger’de (Yabancı Ülkelerde Fransızca Öğretmenleri Enstitüsü) Fransız bursuyla öğrenim görmekteyim. Kaldığım otel Montparnasse’ta Delambre Sokağı’nda. Demek ki yemek de yenen Le Dôme, Le Select ve La Coupole birahane-kahvelerinin müdavimiyim.

Pazar günleri Le Select’e gidip terasta Vavin Sokağı’na bakan masada otururum. Pipomu tüttürüp ya mektup yazar ya da kitap okurum. Özellikle de Sartre ve Albert Camus kitapları.

Saat 11’e doğru Jean-Paul Sartre evlatlığı Arlette Elkaïm’in1 koluna girmiş, sağ ayağını sürüyerek kahveye gelir, ters köşedeki masaya otururdu. Onlar da beni fark etmiş olabilirdi. Sartre ya da Simone de Beauvoir bizim mahallede (Montparnasse) oturuyor olmalıydı. Sartre’ı arada bir Delambre Sokağı’nda görürdüm. Birinde köşe başımda mahallenin kaldırım fahişeleriyle konuşurken. Elbette pazarlık etmiyordu.

Jean-Paul Sartre, bizim (1920- 1930 doğumluların) yazarı, filozofu ve hayat antrönürüydü. Keşke günümüz gençlerinin de olsa. Dilimizde yayımlanan ilk kitabı Gizli Oturum oyununu Oktay Akbal dilimize çevirmişti (Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, MCM yani 1950). Kitabın başında Oktay Akbal’ın önsözü ile J-P. Sartre’ın Varoluşçuluk (l’Existantialisme) üzerine bir konuşması vardı. Gizli Oturum’u bana şimdi Avustralya’da yaşayan Nihat Ziyalan 1955 yılının eylül ayında Adana’da armağan etmiş. O sırada Yılmaz Pütün’le (Güney) birlikte üç silahşör gibiydik. Aynı kitabı ben Ülker’e Ankara’da 3 Mayıs 1958 günü armağan etmişim. O yıllar kızlara Rainer Maria Rilke’nin Malte Laurids Brigge’nin Notları’nı (Behçet Necatigil, Can Yayınları) da mutlaka okuturduk. Sınamak için.

Sartre, kişiliğin oluşmasında bir köklü devrim yapıyordu. Çünkü dinsel “Öz, varlıktan önce gelir” ilkesini tersine çevirmiş “Varlık, özden önce gelir” diyordu. Yani Tanrı, insanı bir otomobil gibi kullanıma hazır yaratmıyordu. Yani insan nasıl olacaksa öyle doğmuyordu. Yani insanın önceden belirlenmiş bir kaderi yoktu. İnsan, özüyle birlikte dünyaya gelmiyordu. İnsan kendini, nasıl olmak istiyorsa “öyle” inşa ediyordu. Yani kendini kendisi yaratıyordu. Bu tez Avrupa için de bizim için de yepyeni bir şeydi.

Sartre’la birlikte “la littétature engagé” ve “l’auteur engagé” deyimleri de gündeme oturmuş ve dilimize “güdümlü edebiyat” ve “güdümlü yazar” olarak çevrilmişti. “Güdümlü” sözcüğünün iki anlamı vardı: “Güden” ya da “güdülen”. Her zaman olduğu gibi, düşünülmeden yalapşap çevirilmişti. Oysa gerçek anlamlarıyla “savgüden edebiyat” ve “savgüden yazar” idi. Yani savunduğu bir tezi olan edebiyat ve yazar. Edilgen (pasif) değil, etken (aktif) yani.

Şimdi Asım Bezirci’nin “Varoluşçuluk-Existentialisme” (Ataç Kitabevi, 1960) adlı kitabından bir alıntı yapacağım. Kitabı bulursanız mutlaka okuyun.

“Varoluş özden önce gelir. İyi ama ne demektir bu? Şu demektir: İlkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir.”

“Varoluşçuya göre insan daha önce tanımlanamaz, belirlenemez, hiçbir şey değildir o zaman. Ancak sonradan bir şey olacaktır ve kendini nasıl yaparsa öyle olacaktır. Kavrayacak bir Tanrı olmazsa insan tabiatı diye bir şey de olmaz bu durumda. İnsan yalnızca kendini anladığı gibi değil, olmak istediği gibidir de.”

“Var olduktan sonra kendini kavradığı gibidir. Varlaşmaya doğru yaptığı bu atılımdan (hamleden) sonra olmak istediği gibidir. Kendini nasıl yaparsa öyledir yani. Varoluşçuluğun baş ilkesi de budur işte. Buna ‘öznellik’ adını verenler de var. Onlar bizi öznelcilikle (subjectivisme’le) suçluyorlar.” (s.24)

Ben bu alıntıdan şunu anlıyorum: İnsanın oluşumu bitmeyen bir süreçtir. Bitmeyen bir inşaat! Ancak dikkat! İşçiyken bir parmak şıklatmasıyla hokkabaz işi gibi değiştiremezsiniz. Bence, ne iseniz öyle kalın daha iyi. Ama olduğunuz halin en iyisi olmak için var olun! İşçi iseniz bilinçli bir işçi olun ve hemen bir sendikaya üye olun. İşkolunuzda bir sendika yoksa onu siz kurun ve emekçilerin egemen olduğu bir düzen kurmak için kolları sıvayın ve hemen R.T. Erdoğan’ı ıskartaya çıkartın! Benden bu kadar!

***

1 Konstantin (Cezayir) 1935- Paris, 2016. Çevirmen ve yayıncı. 1964 yılında Sartre tarafından evlat edinildi.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İçki ve içmeye dair 18 Mart 2025

Günün Köşe Yazıları