3 Kasım 2002 günü olanı, olanları aramızdan kaç kişi anımsamakta? Google’a bakıyorum ve baştan sona okuyorum, “uğursuz” bir gün! Kaderin ağlarını düğümlediği bir gün mü, yoksa yeteneksizlik ve dar görüşlülüğün tongaya bastığı gün mü? Ahmaklık ve budalalık yüzünden “Tongaya basarsın”, tuzağa düşersin, bunun adı kader olur. Kader diye bir şey yoktur ama diyalektik diye bir ŞEY vardır. Herakleitos “Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz” der ki bu dediği diyalektiğin ta kendisidir. Bizdekiler nereye aktığını bilmedikleri bir ırmakta durmadan çimerek bu bela ırmağında kurtuluş ararlar.
Ama biz burada durup tarih sayfalarında eşinelim biraz:
[4 Mayıs 2002’de Başbakan Bülent Ecevit’in rahatsızlanarak hastaneye kaldırılması üzerine, ilerleyen yaşının da etkisiyle görevine devam edip edemeyeceği yönünde tartışmalar başladı. Tartışmalar Demokratik Sol Parti’nin (DSP) içine de yansıdı; 8 Temmuz’da Hüsamettin Özkan’ın başbakan yardımcılığı ve DSP’den ayrılmasıyla başlayan istifa dalgasıyla temmuz ayı içinde DSP meclis grubunun sayısı yarı yarıya düştü.
Bu gelişmeler sırasında koalisyon hükümetinin ikinci büyük ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 7 Temmuz 2002 günü, partisinin Bursa il teşkilatının Keles ilçesinde düzenlediği 11. Kocayayla Türkmen Kurultayı’nda yaptığı açıklamada 3 Kasım 2002 tarihinde erken seçim yapılmasını istedi ve dediği yapıldı ama umduğunu bulamadı.
Türkiye genelinde uygulanan yüzde 10 seçim barajlı d’Hont sistemi nedeniyle, seçime katılan 18 siyasi partiden yalnızca Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) bu barajı aşarak Meclis’e milletvekili sokmayı başardı. Oyların yüzde 34.3’ünü alarak kazandığı 363 milletvekilliği ile tek başına iktidar olan AK Parti, TBMM’nin üyelik sayısının yaklaşık yüzde 66’sını alarak liste usulü çoğunluk sisteminin uygulandığı 1950’li yıllardan sonra TBMM’deki en büyük temsil gücünü elde eden siyasi parti oldu. 1999’da seçim barajını aşamayan Deniz Baykal liderliğindeki CHP ise oyların yüzde 19.39’unu alarak ana muhalefet partisi oldu.
İktidardaki Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi’nin yanı sıra önceki dönemde TBMM’de temsil edilen muhalefet partilerinden Doğru Yol Partisi, Saadet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi’nin de seçim barajını aşamayarak TBMM’ye giremediği seçimler, Türkiye’nin siyasetini temelinden sarsan büyük bir değişim olarak nitelendirildi. Seçim barajı nedeniyle temsil edilemeyen oy sayısı tarihte eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yüzde 46.33 oranla 14 milyon 545 bin 438 oldu.] (Wikipedia)
Devlet Bahçeli’nin bu hamarat ama düşüncesiz kararı ülkenin gidiş yönünü tıkamış ve suyun AKP arkına akmasının önünü açmıştır. Ve bu son olmayacak; sonunda MHP, AKP ile koalisyon ortağı, daha doğrusu stepne olacaktır.
Devlet Bahçeli, Kocayayla Türkmen Kurultayı’nda yaptığı açıklamadan başlayarak sanki kimlik değiştirip bir kâhine dönüştü ve o güne kadar ne yaptıysa artık bunların tam tersini yapmaya başladı.
Neden? Durup dururken, hesap kitap yapmadan, kendi gücünle öteki partilerin gücünü tokuşturmadan meydan okurcasına seçim isteyeceksin ve sonunda TBMM dışında kalacaksın!!! Böyle bir durumda MHP’nin genel başkanlığından gönderilmesi gerekmez mi? MHP’ye göre gerekmiyormuş ki hâlâ partinin başında ve partisini AKP’nin sembiyotik ortağı haline getirdi. (Simbiyoz ya fiziksel olarak birbirine bağlı ya da biri diğerinin içinde yaşayan organizmaların durumunu ifade eder. Simbiyoz, iki ya da daha fazla canlı arasındaki ilişki ile ilgilendiği için bu canlılar arasındaki ilişki, “Simbiyotik ilişkiler” olarak ifade edilir.)
MHP güya cumhuriyetçi, milliyetçi, (sosyal değilse bile) laik bir parti. MHP programında şu ilkeler yer almaktadır: Milliyetçilik, ülkücülük, ahlakçılık, ilimcilik, toplumculuk, köycülük, hürriyetçilik, şahsiyetçilik, gelişmecilik ve halkçılık.
Böyle bir parti, milliyetçi, Türkçü, ülkücü, ahlakçı, bilimci, toplumcu, köycü, gelişmeci ve halkçı olamayan AKP gibi bir zenginci, yağmacı, tutucu, İslamcı, ümmetçi bir parti ile nasıl olur da bir ortakyaşarlık birliği sürebilir, “stepne” olduğu için mi?
Bu ancak köklü bir metamorfoz (başkalaşım) zoruyla olur. Bu başkalaşıma yol açan iç ve dış etkenlerin neler olduğunu, kendi adıma, ben bilemiyorum. Bilen varsa lütfen yazsın bana! Faşist bir yönetim kurmak için kadrolaşma hesapları mı? AKP kaçın kurası, buna izin verir mi? Bu gidişin sonu korkarım felaket olacak ama MHP’nin değil, AKP’nin değil, Türkiye’nin felaketi. Bitirmeden sormak istiyorum: Sadece Türkiye’nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Türkiye’ye bağlamayı düşünmek, nasıl oluyor da Devlet Bahçeli için mümkün oluyor? Aynı Devlet Bahçeli, TBMM’de kurulan komisyonun PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’ı İmralı’da ziyaret etmesinin “tarihi bir gelişme” olduğunu söylüyor. Kimse gitmezse güya kendisi gidecekmiş. Bu ziyaretin anayasaya aykırı olduğu ve yargılanmaları gerektiği yönündeki görüşlere de karşı çıkan Bahçeli “Yeter ki terör hayatımızdan kalıcı olarak sökülüp atılsın. Bizim sonumuz da varsın darağacı olsun” diyesiymiş... “Terörsüz Türkiye hedefinin en ciddi muhataplarından biri İmralı’dır” diyen Bahçeli, Öcalan’la görüşen üç komisyon üyesinden biri olan MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’a teşekkür etmiş.
Ve bu şenlik, asılmasını istediği ve “çocuk katili” olarak tesmiye ettikleri (adlandırdıkları) Öcalan’ı konuşmak üzere TBMM’ye davet ettiği gün başladı. “Al başına püsküllü belayı!”