Bizim, 12 Eylül 1980’de yaşadığımız, 1960’lar sonrası anayasal hak özgürlükler üzerinden kazanımlarımızı, toptancı “tangır tungur” etmiş, bugünlere kadar adım adım geriye gidişlere nokta konamamış haklar kayıplarımızı Amerika’nın, 11 Eylül 2001 yılında, uçaklarla New York’un bombalanmasıyla yaşadığı toplumsal travmanın bilinçli yönlendirilmesi üzerinden yaratılan, yeni dünya düzeni stratejilerinin güncel sonuçlarını da elbette dikkatle izlemek zorundayız.
12 Eylül sonrası yaşadığımız acıların üzerinden bir dört yıl geçtikten sonra, yaşadıklarımıza kulakların tıkandığı Amerika’dan, işçi-basın kamuoylarından gelen ilgi, şaşırtıcı olduğu kadar ilgi çekiciydi. Amerikan işçi sendikaları konfederasyonları genel kurulu ile çakıştırılmış tarihler üzerinden, bir sağdan, bir soldan, bir ortadan üç gazeteci arkadaşımız, Amerika’nın her köşesinden basın, sendika, siyasal merkezlerden randevuların en yetkili kişiler üzerinden alınmış olarak dolaştırılmasının bir anlamı olmalıydı.
Sonuçlarını “Amerika’nın Öteki Yüzü” başlığı altında Cumhuriyet okurları ile paylaşmıştım. Nokta konabilecek görüşmelerin başında, bana göre o tarihlerdeki Türkiye ilişkilerinde en sorumlu kişinin, fotoğrafının da yayımlanmasını seçtiği, neredeyse gönüllü kendi soruları üzerinden yola çıkarak yaptığı açıklamalar olmuştu. Zamanın Cumhurbaşkanı Özal, 12 Eylül’ün iktidarları adına, tekstil kotası ile desteklenmelerini istemişti.
***
Politik bir dille Özal’ın çabalarının yararlı olduğunun altını çizdikten sonra, gerçekleştirilmesine güçlerinin yetmeyeceğini belirtmişti. Amerika’nın güçlü demokratik düzeninde Meclis kararlarında, işçi, işveren, siyasetin taraftarlarının özgür iradeleri ile kararların alınmasının söz konusu olduğunun altını çiziyordu. Evet, 12 Eylül sonrasına dönük olarak Amerika’daki etkin siyasal iradenin Türkiye’de tek konfederasyon olarak Türk-İş’in kalması iradesinin belirleyiciliğinin altını çizmişti.
Ancak evrensel dünya sendikacılık örgütlenmeleri ile birlikte, Avrupa Sendikacılık Hareketi’nin DİSK’in kapatılması, yöneticilerinin yargılanması işkenceleri üzerinden, kendilerinin de ağırlıklı Hitler döneminde yaşadıkları ile özdeşleşen gelişmelerle verdikleri dayanışmanın gücünün altını çizmişti, “Dostlarımızı daha fazla üzmek istemiyoruz” anlamına gelen bir de cümle kurmuştu. İzlediğimiz işçi konfederasyonlarının genel kurullarının ardından. Türkiye’ye DİSK’in yeniden açılmasına dönük politik gelişmeler de kendi ülkelerindeki taraflara teslim edilmiş politikalar tümden değişiyordu.
Türkiye’ye dönük, göreceli olumlu adımların ise “gıdım gıdım” atılması ise kuşkusuz Amerika’nın insan hakları kaygılarının, bölgeler çıkarlarının yanında ne kadar zayıf adımlar olarak atılacağının tipik göstergeleri gibi gelişecekti.
***
O günlerden bugünlere, Amerikan çıkarlarının hele de Ortadoğu için çok daha ağır geçerli olmak üzere nasıl hızlı, kaypak değiştiğinin göstergelerini, dur duraksız, çarpıcı değişiklikler, zikzaklarıyla tanıklık edip durarak bugünlere kadar gelmiş durumdayız. Elbette dünyanın bu çok kaoslu, çok değişimli, çok oynak, kirli düzeninde, en çok da güncel gibi karşımıza çıkan sürpriz gelişmelerin en etkin olabileceklerinden en hafiflerine kadar tüm kıvraklıkları, kaypaklıkları üzerinden gözlerimizi, kulaklarımızı çok daha duyarlı açmak zorundayız.
Sonuç olarak yaşamlarımızda öylesine ağır kayıplarımız söz konusu ki en küçük bir yanılgı, tuzağa düşmenin bedelleri çok ağır olabiliyor.