Üstün Dökmen

Bilim-sanat etkileşimi

11 Eylül 2022 Pazar

Bilim ve sanat farklı gözüken ancak temelde benzer özelliklere ve işlevlere sahip iki kardeş etkinlik alanıdır. Ta başından beri ikisi de birbirini karşılıklı olarak etkilemiştir. Bilimin ve sanatın çıkış noktasındaki benzerlik, her ikisinin de insan zihninin yaratıcılığından kaynaklanıyor olmasıdır. Hedefleri arasındaki benzerlik ise insanın refahı ve mutluluğu olmalıdır. Bilim ve sanat diktatörlerin ve çıkarcı büyük firmaların baskısından kurtulduğunda, aralarındaki işbirliğinden kaynaklanan büyük bir sinerji ortaya çıkar.

BİLİMİN SANATI ŞEKİLLENDİRMESİ

Sanatçılar bilimdeki gelişmeleri her zaman hızla fark edip sanatlarında yansıtmışlardır. Fotoğraf makinesinin icadından önce ressamlar dörtnala koşan bir at çizdiklerinde, belli bir anda atın iki bacağını önde, ikisini arkada veya dört bacağını ortada birleşmiş halde resmediyorlardı. Çünkü gözümüzle baktığımızda, koşan bir atın bacaklarını ikişer ikişer, bir ileriye bir geriye attığı izlenimine kapılırız. Yüksek enstantane hızlı fotoğraflar çekildiğinde bu yargımızın yanlış olduğu ortaya çıktı. Meğer atlar koşarken bacaklarını tek tek atıyorlarmış. Bu durum gözümüzün fark etmediği yeni bir bilgiydi.

Ressamlar bu bilgiyi hemen dikkate aldılar, koşan atları tek bir adım attıkları anda resmettiler. Ancak pek çok sanatsever bu yeni tarz resimlerin yanlış olduğunu iddia etti. Günümüzde bile koşan atlar bazı resimlerde ve heykellerde iki bacak önde, iki bacak arkada betimlenmektedir. Eğer atlar bu şekilde koşsalardı, daha ilk saniyede yüzükoyun yere kapaklanırlardı. (Bu konuda ayrıntılı bilgiyi Gombrich’in ‘Sanatın Öyküsü’ adlı kitabından edinmek mümkündür.)

Röntgenin keşfi de, ressamların doğaya bakışlarında büyük bir devrim yarattı. Demek ki dışarıdan gördüğümüz şeylerin içlerini, arkalarını görmek ve göstermek mümkündü. Röntgen yeni sanat akımlarına vesile olmanın yanı sıra insanların günlük yaşamlarına da girdi; Avrupa’da pek çok kişi ellerinin röntgenini çektirip evlerinin duvarına astı. Bence bu moda, eski çağlardaki insanların yeni keşfettikleri boyalara ellerini batırıp mağara duvarlarına el izlerini bırakmaları gibi yenilik karşısında duyulan heyecanın bir belirtisiydi. Mağara duvarındaki el izleri veya evlerdeki el röntgenleri, bilim-teknoloji-sanat üçlüsünün ürünüydü.

Kuantum fiziği, bu dünyadaki bilindik kurallardan başka kurallar bulunabileceği konusunda sanatçılara ilham verdi. Sanatçılar bunu zaten sezinliyorlardı, kuantum dünyasının masalsı atmosferine bilim insanlarından önce, ulaşmışlardı ancak kuantum fiziği sonrasında bu konudaki görüşleri keskinlik kazandı. Fizikteki gelişmeler, söz gelişi İplikçik Kuramı, paralel (çoklu) evrenler iddiası sanatçıların soyuta bakış tarzlarını renklendirdi, benzer şekilde soyut sanattaki gelişmeler de başka fizikçiler olmak üzere bazı bilim insanlarının adeta soyutu mesken edinmelerine yol açtı.

SANATIN REHBERLİĞİ: FREUD’UN ŞAİRLERİ

Bilim, günlük yaşamı ve sanatçıları gözle görülür şekilde etkilemiştir ancak bilim insanları da sanatçılardan ilham almışlardır. Bu konuda Freud’ün ünlü bir sözü var, “İlgilendiğim tek bir konu yok ki, daha önce oradan bir şair, bir edebiyatçı geçmemiş olsun” demiş. Demek ki sanatçıların hayal ve yaratıcılık alanlarına giren pek çok konuyu daha sonra Freud ele almış. Bu konudaki en bilinen örnek oidipus karmaşası kavramıdır.

Freud fallik dönemdeki erkek çocukların annelerine hayranlık duyduklarını, bu yüzden de babaları tarafından kastre edilerek cezalandırılmaktan korktuklarını düşünmüştü; ancak burada söz konusu olan karmaşaya başlangıçta herhangi bir ad vermemişti. Gençken okuduğu Sofokles’in eserlerini tekrar gözden geçirdiğinde ise bu olayla ilişkili aradığı kelimeyi -kavramı- buldu. Kral Oidipus bilmeden de olsa işlediği büyük günahın bedeli olarak kendisine büyük bir ceza vermişti. Böylece ‘Oidipus karmaşası/kompleksi’ kavramı ortaya çıktı. ‘Elektra karmaşası’ adı da yine Eski Yunan Edebiyatından esinlenmedir.

ÇİĞDEM KAĞITÇIBAŞI’NIN ŞAİRİ

Batılı sosyal psikologlar genelde Batı’da bireysellik, Türk Kültürü dahil Doğu Kültürlerinde ise Toplumculuk anlayışı bulunduğunu, bireysellik olmadan bir toplumun medenî sayılamayacağını savunurlar. Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı bu görüşte değildi; ona göre Türk Toplumu’nda hem toplumculuk hem de bireyselcilik vardı. Bir konferansında yaptığı araştırmalara dayanarak bu görüşünü dile getirdi; ben de Freud’ün yukarıda ifade ettiği sözünü hatırlatarak, “Hocam, sizin bugün bulunduğunuz noktadan yıllar önce geçmiş bir şair var; o da Nazım Hikmet’ti, ‘Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine’ demişti, siz ondan yıllar sonra bir biliminsanı olarak benzer şeyi söylediniz” dedim. O da gülümsemiş ve teşekkür etmişti.

MANYAK KATİL FİLİMLERİ

Bilim, sanatçılar tarafından her zaman doğru kullanılmamıştır, sanatçıların edindikleri yarım yamalak bilgileri eserlerine yansıttıkları da olmuştur. Bence bu konudaki en güzel örnek XX. Yüzyılın ortalarında çevrilen manyak katil filmleridir. Freud’ün Psikanalitik Yaklaşımı bize insan kişiliğinin büyük ölçüde yaşamın ilk yıllarında oluştuğunu, bu dönemdeki anne-çocuk ilişkisinin ise çocuk için yaşam boyu belirleyici olduğunu söyledi. Aslında eleştiriye açık olan bu bilgi, herkes için ilginçti, sanatçılar için de ilham verici oldu, film senaryolarına ‘manyak katil’ motifi girdi. Manyak katil on, on beş kadını öldürürdü.

Cinayetlerinin görünür bir nedeni olmazdı. Ancak filmin son birkaç dakikası içinde manyak katilin annesinin küçükken ona kötü davrandığını, bodrumlara kilitlediğini öğrenirdik. Bunun sonucunda da manyak katilin annesine yönelik nefretini tüm kadınlara genellediği ortaya çıkardı ve manyak katil izleyicinin gözünde aklanırdı. Bu açıklamanın sanatsal anlamı olabilir ancak bilimsel derinliği yoktur, insan davranışlarını tek değişkenle açıklayamayız. Burada görüldüğü gibi bazı kötü örnekler olsa da genelde sanatçılar bilimin ürettiği bilgileri doğru şekilde kullanmışlardır.

Sonuç: Bilim ve sanat birbirlerini karşılıklı olarak etkiler, bilim insanlarının ve sanatçıların zihinleri uzaktan uzağa ortak çalışır. Warp Motoru’nu veya Paralel (Çoklu) Evrenler görüşünü önce sanatçıların mı, yoksa fizikçilerin mi dile getirdiklerine karar vermek zordur. Farklı açıklamalar olsa da kanımca, Leonardo dört boyutlu evrendeki güzel kadını, Picasso ise kübik kadınlarını çizerken eğer evrenimiz iki boyutlu olsaydı güzel kadının nasıl olabileceğini resmetmiştir. Picasso’nun zamanında, başlangıçta evrenimizin iki boyutlu olduğu, diğer boyutların sonra ortaya çıktığı bilgisi yoktu. Bir ihtimal Picasso bunu sezinlemişti. Genelde sanatçılar hayal ederler, bilim insanları da bu hayallerin matematiğini ortaya koyarlar; ya da tam tersi. Kimin aklına gelirdi ki, Poe’nun Kuzgun şiirinde ? sayısı gizli.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Işığı üretmek 21 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları