Ünlü tiyatro yazarı İbsen’in eserlerinden birisi “Bir Halk Düşmanı” ismini taşıyor. Bu tiyatroyu izlememiş, eseri de okumamış kişilere, “Bu başlık size neyi çağrıştırıyor” diye sorduğumda ne cevap verirler? Doğru veya yanlış muhtemelen bir toplum düşmanı, bir anarşist, bir terörist gelecektir akıllarına. Ancak eserde kastedilen bunlardan farklı bir şey. Eser özetle şöyle:
Norveç’te yoksul sayılabilecek bir kasabada kaplıca kurulmuştur. Kaplıcanın doktoru kaplıca suyunu tahlile gönderir. Tahlil sonucu iç karartıcıdır. Su bakteri doludur, içilmesi mümkün değildir, yıkanılması bile sakıncalıdır. Anlaşıldığı kadarıyla birçok noktada kaplıcanın suyuna lağım suyu karışmaktadır, suyun arındırılması çok pahalı bir olaydır.
Bu bilgiyi alan kaplıca doktoru hemen gazeteye vermek için bir makale yazar, çevresine de olayın vahametini anlatır. Olayı duyan herkes doktoru destekler. Kasabanın tek gazetesi tamamen doktorun arkasındadır. Kasabadaki sivil toplum örgütleri doktorun arkasındadır. Ancak kasabanın en büyük mülki amiri olan vali (seçilmiş bir görevli) doktora cephe alır. Çünkü yeni yapılan kaplıca kasabaya büyük bir ekonomik canlılık, zenginlik getirecektir. Suyunun mikroplu olduğu anlaşılırsa kasabaya dışarıdan gelen müşteriler kaplıcadan uzak duracaklardır, kasabanın ekonomik gelişme umudu ortadan kalkacaktır.
Doktor valinin kardeşidir, evlidir ve üç çocuğu bulunmaktadır. Ancak buna rağmen vali gazeteye hemen bir yazı yararak kaplıca suyunun temiz olduğunu, biraz mikrobu bulunsa bile o kadar mikrobun her yerde bulunabileceğini iddia eder. Bu arada vali kaplıca suyu ile uğraşırsa kardeşinin kaplıcadaki işinden atılabileceğini ima eder. Doktorun karısı bu tehditten ürker.
Doktor bilimsel verilere, tahlil sonuçlarına dayalı makalesinin basılması için matbaaya gittiğinde matbaa çalışanları ona makaleyi basamayacaklarını söylerler. Sivil toplum örgütleri de sözlerinden dönmüşlerdir, artık doktoru desteklememektedirler. Doktor sokakta dolaşıp makalesini halka duyuracağını söyler, engellenir. Sadece bir kaptan dostu toplantı yapması için ona bahçesini açar. Halk bahçeye toplanır, doktor ve vali görüşlerini açıklayacaklardır. Vali oturumu yönetecek bir başkan seçilmesini önerir. Alelacele seçilen başkan doktora karşı olan bir kişidir. Önce vali konuşur, sonra doktor elindeki tahlil raporundan söz eder. Halk kendilerine zararı dokunacağı gerekçesiyle doktoru, yerli yersiz protesto eder. Sonunda doktor kızar ve halkın cahil olduğunu söyler.
Bunun üzerine kıyamet kopar, bir vatandaş doktorun halk düşmanı olduğunu söyler. Oturum başkanı bu görüşü hemen oylamaya sunar, herkes doktorun halk düşmanı olduğu yolunda oy kullanır. Oylama sonucu zapta geçer. O gece doktorun evi taşlanır, ertesi günü doktor kaplıcadaki görevinden, kızı üniversitedeki işinden atılır, ev sahibi evi boşaltmalarını ister. Ev sahipleri aslında onları sevmektedir ancak halkın baskısıyla evi boşaltmalarını istemiştir. Herkes tek tek onları sevmektedir fakat toplum onlara karşıdır. Bu durumda doktor ailesiyle birlikte ülkeyi terk etmek ister ama sonuçta kalmaya ve tek başına mücadele etmeye karar verir. Doktorun ifadesiyle bazen dünyanın en güçlü adamı tek başına durandır. İbsen’in bu eserinden sonra Hollywood’da benzeri temalı çok film çevrilmiştir.
NİÇİN LİNÇ?
Doktor halk düşmanı değildir, halk ona düşman olmuştur. Fiziksel ve sosyal linç, bir tür bezdiri (mobing) vardır. Bruno halk düşmanıydı, yaktılar, Galilei Galileo halk düşmanıydı, ölümden döndü. İkisi de kiliseye karşı fikir ileri sürmüştü. Dreyfus, Nazım Hikmet, Sabahattin Âli, Deniz Geçmiş, “Benim oyumla çobanın oyu bir mi?” diyen Aysun Kayacı halk düşmanıydı, linç edildiler. Hatta Mustafa Kemal bazılarına göre halk düşmanıydı, idama mahkûm edilmişti.
Peki toplum niçin linç eder? Bir; linç eden kalabalığa karışırsanız, emniyette olursunuz, güçlü olan grubun veya yönetimin yanında olursanız size saldırmazlar. İki; kişiler, kısa vadeli kendi çıkarları için linçe katılırlar. (Kasaba halkı kısa vadede ekonomik çıkarlarını düşünerek doktora karşı çıkmışlardır, ancak orta vadede hep birlikte hasta olacaklarını hesaba katmamışlardır.)
Fiziksel veya sosyal linçe katılanlar tek tek kibar insanlardır fakat bir araya gelince bireysel sorumluluklarının azaldığını düşünürler, saldırganlaşırlar. “Mektup” adlı romanımda linç olayına katılanlar “Ben öldürmedim, sadece bir tane vurdum” demişlerdir. Madımak da böyledir. (Madımak’ta Bruno tekrar yakılmıştır.)
Linç olayında saldıranlar bireysellikten uzaklaşırlar, kimliksiz hale gelirler. Bence saldırganların silikleşmiş kimlikleri, Kuçuradi Hoca’nın silinmiş yüzlerini, yani ötekileri oluşturur. Göz göre göre böcek öldüremeyen ileri miyop bir arkadaşım, gözlüğünü çıkarıp böceğe öyle vururdu.