Hayvanların davranışlarına bakarak onlara birtakım insani özellikler atfederiz. Örneğin bazı hayvanların sevecen, bazılarının sadık, bazılarının ise kindar olduklarını söyleriz. Hayvanlarda neokorteks ve insanlardaki kadar gelişmiş bir bilinç olmadığı için onlara kişilik özellikleri yüklememiz anlamsızdır. Hayvanlarda iyilikseverlik, zorbalık veya ahlak anlayışı yoktur, bütün bu bilişsel özellikler insana özgüdür. İnsan iyilik veya zorbalık yapan ve bunlar üzerinde düşünebilen bir varlıktır.
TARİHTEN GÜNÜMÜZE ZORBALIK
İnsanlar merhamet, şefkat, zorbalık, kindarlık, sadizm sergileyebilirler. Bu duygular içinde yalnızca saldırganlığa yönelik duygularınız komşu ülkeyi istila etmenize, maddi zenginlik elde etmenize olanak sağlar. Zengin bir komşu ülkeyi merhametle, şefkatle zapt edemezsiniz. O ülkeye açıkça veya hileyle saldırabilirsiniz, zorbalıkla ele geçirebilirsiniz.
Freud iki temel güdünün cinsellik ve saldırganlık olduğunu söylemişti. Tarihteki birçok olay maalesef bu öngörüyü doğrular. Eskilerde bir ordu bir kaleyi zapt etmekte zorlandığında padişah askere yüksek sesle “Yağma üç gün kanundur” derdi. Bu izin galip tarafın üç gün kaledeki tüm zenginlikleri gasp edebileceği, karşı koyanları öldürebileceği ve kadınlara tecavüz edebileceği anlamına geliyordu. Yağma ve tecavüz çok motive ediciydi. İkinci Viyana kuşatmasında Sadrazam Kara Mustafa Paşa yağmaya ve tecavüze izin vermediği için kale zapt edilememişti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da, Yugoslavya’daki iç savaşta Saraybosna’da çok sayıda kadına tecavüz edilmişti.
Kanımca Cengiz Han’ın tüm seferleri, Haçlı Seferleri, 100 Yıl, 30 Yıl Savaşları, iki dünya savaşı, Hiroşima, Vietnam, Kızılderililere, İnuitlere, Afrikalılara yapılan soykırımlar ve benzerleri, sonuçta tarihten günümüze yapılan tüm savaşlar birer zorbalıktır. Saldırgan ülke her savaşı haklı gösterecek bir neden ortaya koyar, tüm diktatörler ülkelerinde yaptıkları zorbalıkları haklı gösterecek nedenler ileri sürerler. Bütün bunlar sadece bir mantığa bürümedir. İşin ilginç yanı bir ülkede veya dünyada, zorbalıkları haklı göstermek için yapılan açıklamalara inanan çok sayıda insan ortaya çıkar.
Machiavelli’in, “Amaç aracı meşru kılar” sözü ve Goebbels’in, “Bir yalanı yeterince tekrarlarsanız inanırlar” görüşü zorbalığın temelini oluşturur.
İngiltere’de ve Sovyet tarihinde çok rastlandığı üzere nice ülkede diktatörler zorbalıkla, rakiplerini hapsederek veya öldürerek iktidarı ellerinde tutmuşlardır. Zorba yöneticiler halktan ağır vergiler alarak ayakta kalmaya çalışmışlardır. Bir zamanlar bazı Avrupa ülkelerinde evine pencere açanlardan pencere vergisi alınıyordu. Güneş ışığı da kralın tekelindeydi.
Tarihte İngiltere’de en büyük suç krala ihanetti. İspat edilemese bile krala ihanetle ve büyücülükle suçlanan pek çok kişi hayatını kaybetmişti. Aslında bir kişi istese bile büyücülük yapamaz, büyücülük farazi bir meslektir, sadece yapılabileceğine inanılır. Yakın geçmişte bir futbol takımımız sahasının kenarına tavuk kemiği gömülerek kendisine büyü yapıldığını iddia etmişti. Cehalet ve zorbalık birlikte yürür.
SHAKESPEARE’DE ASİLLER
Shakespeare’in IV. Henry adlı oyununda birkaç asil genç bir plan yaparlar. İçlerinden birisi “Ama bunu gerçekleştirirsek ahlak ilkelerine aykırı olur” diye itiraz eder. Diğeri ise “Biz asiliz, bu ahlak ilkelerini halk uysun diye koyduk, bizim uymamız gerekmez” diye karşılık verir. Büyük ustanın yazdığı bu replikler hâlâ geçerlidir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki beş ülke kendilerini dünyanın asilleri kabul etmektedirler, içlerinden birisinin veto etmesi bir kararın alınmasını engellemektedir.
ZORBALIĞA KARŞI AHLAK
Aslan geyiğin yavrusunu yediği zaman onu zorbalıkla suçlayamayız. Çünkü aslanda ahlak anlayışı yoktur, vicdanıyla değil içgüdüleriyle hareket etmektedir. Ancak insan savaşta düşmanının çocuğunu öldürdüğünde vicdanını kullanmamakta, içgüdüleriyle hareket etmekte yani bir hayvan gibi davranmaktadır. Savaş ortamı bazılarını çıldırtır fakat savaşa rağmen çıldırmayanlar, ahlaki değerlerini kaybetmeyenler de vardır. Kore’de düşman çocuklarını evlat edinmeye çalışan Türk askerleri olmuştu.
Bir psikiyatrist olan Viktor Frankl, dört yıl kaldığı Nazi kampından çıkmıştır, bir arkadaşıyla birlikte tarlalar arasında yürümektedir. Frankl “Ekinlere basmayalım” diyerek patikadan yürür. Arkadaşı ise “Bunca yıl kimse bize acımadı, ben başkasının ekinlerine niçin acıyayım” cevabını verir, ekinlere basa basa yürür. Her şeye rağmen ahlaki değerleri kaybetmemek gerçek insanlara özgü bir davranıştır. Yaşamanın bedeli yaşatmak olmalıdır.