İnsan davranışlarını açıklayabilmek için sosyal psikolojide pek çok kuram ortaya atılmıştır. Bu kuramların sayısını artırmak istemiyorum ancak gözü kapalı itaat eden insanların davranışlarının yeterince irdelenmediğini düşünüyorum ve bu konuda bir kuramsal açıklama yapmak istiyorum.
İTAAT TÜRLERİ
Hayvanların birbirlerine veya sahiplerine itaat etmelerini klasik veya edimsel (operant) şartlama yoluyla açıklayabiliriz. İnsanların itaat etmelerinde ise üst düzey bilişsel faktörler önemlidir. Kanımca üç tür insan itaati vardır.
Birincisi kişinin baskı altında, aklı yatmasa da itaat etmesidir. Bu tür itaatlerde baskı kalkınca itaat de son bulur.
İkincisi görünür bir dış baskı olmaksızın kişinin kendi içinden kaynaklanan nedenlerden ötürü itaat etmesidir. Bu itaat türüne “ezilmişin itaati” adını vermek istiyorum.
Üçüncüsü ise kişinin bir otoriteye kendi aklıyla, kendi iradesiyle itaat etmesi yani otoriteyi benimsemesidir.
Bu yazının konusu ikinci tür itaattir.
EZİLMİŞİN İTAATİ
Bazı insanların bir kişinin veya bir fikrin peşinden sorgusuz sualsiz gitmelerini yadırgayanlar “Körü körüne itaat ediyor” veya “Koyun gibi peşinden gidiyor” derler. Peki niçin böyle oluyor? Bu konudaki açıklamam şu:
Bir kişi bir otorite karşısında (bu otorite bir kişi veya bir kurum olabilir) kendisini zayıf, güçsüz hissediyorsa o otoriteyi sorgulayamaz, onun gücünü tartışmaksızın kabul eder. Yani sorgusuz sualsiz itaat eder.
Bu açıklama şeklini destekler gözüken birçok örnek verilebilir. Örneğin gotik mimari devasa kiliseleriyle insanları adeta ezer. Kendinizi o devasa yapı karşısında nokta gibi hissedersiniz, Vatikan’ın gücü karşısında onu sorgulama gücünü kendinizde bulamazsınız.
Dünyadaki bazı kapalı kurumlarda yöneticiler çocuklara, özellikle erkek çocuklara tecavüz ederler. Bu bir ahlaksızlıktır ve bu ahlaksızlığın iğrenç bir işlevi vardır: Çocuklar utanırlar ve başlarına geleni kolayca başkalarına söylemezler. Kendilerini aşağılanmış, güçsüz, değersiz hissederler. Sinerler, kendilerine zarar veren otoriteye itaat ederler. Eski eğitim sistemindeki falaka benzeri cezalar da çocukların utanmalarına, sinmelerine, kendilerini ezilmiş hissetmelerine yol açmıştır. Bütün bunlar kötü davranan otoriteye itaat etme zeminini hazırlar.
STOCKHOLM SENDROMU
Stockholm sendromunda bir saldırı karşısında mağdur olan kişilerin saldırganlardan yana tavır takınmaları söz konusudur. Stockholm sendromunun tanımı yapılmıştır ancak niçin ortaya çıktığı yeterince inandırıcı açıklanmamıştır. Bence bu sendromda kendini karşısındakinin yanında ezilmiş hissedenlerin itaat etmesi söz konusudur. Stockholm’deki olayda rehin alınan banka personeli soyguncuların peşine takılmışlardır, hatta bazıları onların avukat ücretlerini ödemişlerdir. Personelin kurtulduktan sonra bunları yapmaya kalkışmaları güçlünün yörüngesine girdikleri, kendilerini güçsüz kabul ederek onlara itaat ve hizmet ettikleri anlamına gelir.
Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere Osmanlı’nın düşmanıydı, Türk rdusuna büyük zarar vermişti. İzmir’in işgalinde Yunan ordusuna her türlü yardımda bulunmuştu. Lübnan’da bir mağaraya sığınan Osmanlı askerine, anlaşmalara aykırı olarak zehirli gaz atmışlardı. Bu konuda İngiltere meclisinde insanlara zehirli gaz atılamayacağı şeklindeki eleştiriye karşı başbakanları, “İnsanlara zehirli gaz atmadık, Türklere attık” şeklinde kendisini savunmuştu. Buna rağmen 1919’da Sait Molla ve arkadaşları İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni (İngiliz Dostları Derneği) kurdular. Ayrıca Kurtuluş Savaşı bittiğinde “Şimdi ne yapacağız?” sorusuna karşılık çok sayıda vatansever “İngiliz mandası” olalım dedi. O yıllarda Stockholm sendromu ifadesi yoktu fakat bence bu İngiliz’e sığınma gayretleri gelecekteki Stockholm sendromu kavramına çok güzel bir örnekti.
Genç Cumhuriyet hiçbir ülkenin mandası, sömürgesi olmadı. Bir ülkenin kendi isteğiyle manda, sömürge olması, onursuz bir davranıştır, Stockholm sendromudur. Mustafa Kemal, onurlu yolu seçti, bağımsızlık yolunu seçti. Şimdi bizlerin Cumhuriyeti, Atatürk’ü benimsememiz, fiziksel anlamda hayatta olmasa bile onun otoritesini kabul etmemiz, aklımızın ve özgür irademizin ürünüdür. Aradan zaman geçince o eskimeyecektir çünkü “Gelecekte bilim bugün benim söylediklerimden farklı bir şey söylerse, bilimi dinleyin” demiştir.