Kadızade: Bilimde laiklik
Üstün Dökmen
Son Köşe Yazıları

Kadızade: Bilimde laiklik

08.06.2025 11:30
Güncellenme:
Takip Et:

Bazıları çok zor şartlar altında eğitim alırlar, okurlar bazıları ise rahatlıkla okuyacak imkânları varken okumak istemezler. Bu önemli bir konudur. Bunun dışında bir de bilimde laiklik vardır. Siyaset ve din bilim insanlarının işine karışmamalıdır. Bu iki konunun Bursalı Kadızade-i Rumi’nin yaşamında bir araya geldiğini düşünüyorum. 

ZORLU EĞİTİM YOLLARI

Ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yakın geçmişte çocuklar uzun yolları yürüyerek okullarına gidip geldiler, dereler, tepeler aştılar. Beni çok etkilemiş olan “Dünyanın En Tehlikeli Okul Yolları” isimli bir belgesel vardı. And Dağları’nda, Kırgızistan’da, Madagaskar’da çok tehlikeli yolları aşarak okullarına gidip gelen çocuklar anlatılıyordu bu dizide. Niçin bu kadar tehlikeye girdikleri sorulduğunda ise çocukların çoğu “Ama ben öğretmen olacağım” diye cevap veriyorlardı. Çağımızda liseyi bitirip uzak ülkelere okumaya giden çocuklarımız var. Başlangıçta zorlanıyorlar, yalnızlık çekiyorlar, zamanla alışıyorlar.

KADIZADE’NİN YOLU

Kadızade 14. yüzyılın sonlarında Bursa’da dünyaya gelmiştir, asıl adı Selahattin Musa’dır. Bursa kadısının torunu olduğu için Kadızade-i Rumi adıyla tanınmıştır. Kadızade’nin bilim yaşamı, doğru olma ihtimali yüksek bir efsaneyle başlar. Uluğ Bey adlı tiyatro eserimde bu efsaneyi ayrıntılı olarak dile getirdim.  

Kadızade, Bursa’da ve Konya’da matematikle, cebir  ve geometriyle (riyaziye ve hendese) ilgili mevcut tüm bilgileri öğrenmişti ancak yetinmiyordu, o gün için matematikte ve astronomide dünyanın en ileri şehri Semerkant’a gitmek istiyordu. Amcaları gitmesini istemiyorlardı, kaçıp gitmesin diye de eline para vermiyorlardı. Ancak Kadızade kararlıydı, evden kaçacaktı. Bir gün kitaplarını bir bohçaya yerleştirdi, akıbetini meçhul sanmasınlar diye de evli olan ablasına Semerkant’a gideceğini söyledi, aileye bunu üç gün sonra açıklamasını konusunda yemin ettirdi. Bir gece yarısı kitaplarını alıp yola çıktı. Elinde tek akçesi, kafasında o kadar yolu nasıl kat edeceği konusunda fikri yoktu. Sabaha kadar yürüdü sabah dinlenmek için oturduğunda bohçasını açtı, kitaplarından birisi tuhaftı, kalınlaşmıştı. 

Ablasının o kitabın içine tüm mücevherlerini, bileziklerini yerleştirdiğini gördü. Onları sata sata Horasan’a ulaştı. Bütün anneler güzeldir, ablalar da öyledir. 

Kadızade ablasına mektupla teşekkür etti fakat bir daha Bursa’ya hiç gelmedi. Bazıları kolay okur, bazıları ise böyle okur. 

KADIZADE VE BİLİMDE LAİKLİK

Kadızade’nin yolu Semerkant’a Uluğ Bey’le kesişti. Uluğ Bey Timur Bey’in torunu, Mirza Şahruh’un oğluydu. Sultandı ama aynı zamanda medresede ders veren bir müderris (profesör) olmayı tercih ediyordu. Uluğ Bey büyük bir medrese yaptırmıştı. Bu medresede nakli ilimlerin yanı sıra akli ilimler, matematik ve astronomi de okutuluyordu. Uluğ Bey’in kardeşi Baysungur heykel yapıyordu. Bu dönemi Türk Rönesansı olarak adlandırmak mümkündür. 

Uluğ Bey kurduğu medresenin başına Kadızade’yi baş müderris yani rektör olarak atadı, kendisi ise müderristi. Kadızade başlangıçta atanmış rektördü ancak işlerine karışmayacağı konusunda Uluğ Bey’den söz almıştı. Anlaşıldığı kadarıyla Kadızade bugünkü ifadeyle özerk üniversite istiyordu ve bilimde laiklikten yanaydı.

Kanımca siyasetteki laiklikten önce sanatta ve bilimde laiklik gereklidir. Siyasetçiler ve din adamları sanatçıların ve bilim insanlarının işine karışmamalıdırlar. Eğer böyle olursa özerk üniversite ortaya çıkar.

Söz verdiği halde Uluğ Bey bir gün bir müderrise kızdı ve medreseden attı. Kadızade üç gün medreseye gitmedi. Uluğ Bey sultandı ama Kadızade’nin evine gidip medreseye niçin gelmediğini sordu. Kadızade sultanı saygıyla karşıladı ve işine karışmayacağı konusunda verdiği sözü hatırlatıp “Baş müderris (rektör) benim, hangi müderrisin alınacağına veya atılacağına ben karar veririm. Siz o müderrisi atarak benim yetkimi kullandınız bu yüzden ben medreseye gelemem” dedi. Uluğ Bey, ulu sultan özür diledi ertesi gün o müderrisi medreseye aldı, Kadızade de işinin başına döndü. 

İşte Rönesans budur, medeniyet budur, saygı böyle gösterilir, özerk üniversite böyle olur. Hem Kadızade hem de Uluğ Bey onurlu davranmışlardır. 

Uluğ Bey Semerkant’ta büyük bir gözlemevi yaptırmıştı, gözlemevinin sentaksı Ayasofya’nın kubbesinden büyüktü. Bu gözlemevinde 1040 yıldızın açısını hesapladığı “Ziyc” isimli bir eser yazdı. Bugün ölçüm yapıldığında ya aynı çıkıyor ya da bir derece farklı. Ali Kuşçu bu esere bir şerh yazmıştır.   

İlgili Konular: #Laiklik

Yazarın Son Yazıları

Kadızade: Bilimde laiklik

Bir kitap bohçasına gizlenen bileziklerle başlayan yolculuk, laik ve özerk bilim anlayışına dönüştü. 14. yüzyılın sonlarında Semerkant’a uzanan Kadızade-i Rumi’nin öyküsü, yalnızca matematikle değil özerk üniversite ideali ve bilimde laiklik anlayışıyla da bugüne sesleniyor.

Devamını Oku
08.06.2025
Halk düşmanı nasıl olunur?

Kimi zaman hatta çoğu zaman insanlara gerçeği ve onların iyiliğine görünen şeyleri söylediğinizde size tepki gösterirler. Çünkü ezberlerinden çıkmaları, kanıksadıkları geleneklerini terk etmeleri sandığınızdan daha zordur. Bireysel olarak size hak verseler bile bir araya geldiklerinde iradelerini topluluğun görüşüne teslim ederler. İşte linç kültürü bu şekilde doğar.

Devamını Oku
01.06.2025
Güven duyma ihtiyacı

Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi”nde barınma, beslenme, güvende olmak en temel ihtiyaçtır. Sevgi, saygı görme, kendini gerçekleştirme ihtiyacı daha sonra ortaya çıkar. Güven duyma ihtiyacı üç temel boyuttan oluşur. Birincisi yakınlarımıza güven duymadır. İkincisi genelde insanlara güven duymadır. Üçüncüsü ise insan dünyaya güven duymak ister.

Devamını Oku
25.05.2025
Büyü dükkânı, kadın ve sigara

Psikodramadaki “Büyü Dükkânı” tekniğiyle bir sanat eserinde sigara içen kadın figürü arasında kurulan metaforik bağ, özgürlük, bağımlılık ve toplumsal cinsiyet normları üzerine çarpıcı bir sorgulama başlatıyor: Gerçekten özgürleşirken neyi feda ediyoruz?

Devamını Oku
18.05.2025
Cellat mezarlığı

Cumhuriyet gazetesinin Pazar eki toplumdaki sanat ve kültür zenginliğini çarpıcı şekilde ortaya koyan, aynı zamanda doğanın nabzını tutan bir gazetecilik başarısı bence. “Cellat mezarlığı”, başlığı bu güzel ve renkli ortama uymuyor ancak bugün 4 Mayıs. 6 Mayıs, Deniz Gezmiş’in ve iki arkadaşının idam edildikleri gün. Bana Osmanlı’daki cellat mezarlığını hatırlattı.

Devamını Oku
04.05.2025
Tahta çanağa farklı bir bakış

Bir davet sahibinin konuklarına altın çanak ve kaşık vermesi kendisinin ise tahta kullanması görünürde bir tevazudur. Bu davranış ilk önce, “Ben konuklarıma değer veriyorum, onların önüne altın çanak, kaşık koyuyorum, ama ben tahta çanak, kaşık kullanıyorum” iletisini verir. Ancak farklı bir bakış tarzıyla acaba bir anlamda da güç sergileme var mı? Gelin inceleyelim...

Devamını Oku
27.04.2025