Deniz Yıldırım

Cinayeti Gördüm

19 Haziran 2021 Cumartesi

Marquez, Kırmızı Pazartesi romanında (1981), işleneceğini herkesin bildiği bir cinayeti anlatıyordu. Cinayet göstere göstere gelmişti. Duyanlar umursamadı; kimisi hak gördü, kimisi “uyaran çıkmıştır” düşüncesiyle boş verdi. Cinayet gerçekleşti, katiller tutuklandı. Kriminal süreç çözüme kavuşmuştu; ya ahlaki tahribat ya cinayetin beslendiği bataklık zemin ne olacaktı?

Filmi biraz geriye saralım.

Antonioni büyük yönetmen; bizde Cinayeti Gördüm (Blow-Up) adıyla gösterime giren filminde (1966), fotoğraf sanatçısı Thomas’ın gözünden bir cinayetin sonrasına odaklanıyor. Thomas bir gün parkta fotoğraf çekiyor. Fotoğrafı çekilenlerden biri olan kadın görüyor ve filmi istiyor. Thomas başka bir filmi veriyor, merak duygusuyla sakladığı fotoğrafları büyüterek inceledikçe de önce çalıların arasından doğrultulmuş bir silaha, ardından da bir cinayete tanıklık ediyor (ya da ettiğini düşünüyor).

Sonrası mı? Çevresindekilere bunu anlatmaya çalışıyor. Kimisi inanmıyor, kimisi umursamıyor, tanıklıktan kaçış bu. Boş vermiş, uyuşturulmuş bir dünyanın içinde tersyüz olmuş gerçeklik algısının duvarlarına çarpıyor Thomas. Son sahnede ise pandomim sanatçısı gençler hayali bir topla tenis oynuyor. Çarpıcı; çünkü yokluğu var gibi izleyenler, var olanı da yokmuş gibi algılayabiliyor. Zıtlık böylece yüzümüze çarpıyor. Gerçekliğin varlığı yetmiyor, algılar gerçekliğin önüne geçiyor. Evet, doğru; içinde yaşadığımız verili toplumsal algı ve gerçeklik ortamında gözümüze ilişmeyen olguları, yavaşladığımız bir anda, fotoğraf karesiyle dondurduğumuz bir sahnede ve ölçeği büyüterek görmemiz de mümkün oluyor. Ancak gerçeklik, salt bireyin keşfini değil, toplumun bu gerçeklik algısıyla barışıp buluşmasını da gerektiriyor. Gerçekliğe sadece bizim ulaşmamızın, öz aydınlanmamızın yetmediği daha nasıl anlatılabilir? İçinde yaşadığımız çevre, hayali bir topla tenis oynar ve izlerken, gerçeklik olarak gördüklerimizi toplumun gerçeklik algısıyla buluşturmak, aydınlanma mücadelesinin de parçası bir bakıma. Aksi tutum, bireyin yabancılaşması, toplumdan kaçışı oluyor.

Film önemli; on yıllar içinde üzerine çok şey yazıldı. Esinini, Marquez’in de çok etkilendiği ve sevdiği Arjantinli yazar Julio Cortazar’ın “Şeytanın Salyaları” (1959) adlı öyküsünden alıyor. Bu noktada her iki eserde de cinayetin toplumca önemsenmediğini görüyoruz ve aslında her iki eserde de cinayetin kendisinden, suçun gerçekleşip gerçekleşmemesinden ziyade, toplumsal algıyla, toplumun tutumlarıyla bir hesaplaşma derdi seziyoruz. Cinayeti Gördüm’de bu, bireyin bir yol ayrımına varması ve bu ayrımda toplumun gerçekliği algılama şekliyle arasındaki mesafeyi fark etmesi ile yabancılaşma olgusuyla da birleşiyor. Nitekim Antonioni, film üzerine bir söyleşisinde, insanların “gerçekten bir cinayet var mı, yok mu” tartışması yürüterek boşa enerji harcadığını, bu filmin cinayet hakkında değil, fotoğrafçı hakkında olduğunu belirtiyor.

DENİZ POYRAZ

Öyleyse tek mesele suçun ya da suçlunun bulunması değil, bireydeki ve toplumdaki tahribatın görünmesi; daha da ileri gidersek, bu cinayetlere yol veren, ön açan, alkış tutan ya da boş veren siyasal, toplumsal mekanizmanın eleştirilmesi. Bu eleştirinin yapılmadığı yerde, Thomas nezdinde aydın karakter, olmayan tenis topunun gel-gitlerini izleyerek kendisini akışa kaptırıyor. Yabancılaşmaya çözüm akışa kendini kaptırmak olmayınca da akıştan kaçış, toplumdan kaçış, “yabana kaçış” biçimini alıyor.

Sözü getireceğim yer belli. İzmir’de HDP il binasına bir katil baskın yaptı. Genç, emekçi bir kadını, Deniz Poyraz’ı öldürdü. Bu provokasyon, siyasal faaliyetin “iç düşman”lık kapsamına alındığı, siyasetin savaş gibi kurgulandığı nefret ikliminden bağımsız değil. Göstere göstere gelen ve işleneceğini herkesin bildiği bir Kırmızı Pazartesi cinayeti var karşımızda. Şimdi asıl mesele ise cinayetten sonrası, yani Cinayeti Gördüm diyebilme aşaması. Filmde Thomas’a kimse inanmadı ya da söylediğini umursamadı; toplum boş vermişti. Herkes kendi gerçeğini inşa etmiş, onun içinde esrimişti. Böyle yapmamak gerek. Boş vermemek gerek. Cinayetin, şiddetin, silahtan ve karışıklıktan medet uman her çevrenin karşısında en geniş netlikle tavır almak gerek. 

Thomas, cinayet olgusuyla, fotoğrafın belirli bir bölümünü büyüterek (blowup) karşılaştı. Yani büyük resmi görerek. Klişe değil; “büyük resmi” görmeli; tekil olguları işine gelince genelleştiren, genel iklimden beslenen kötülükleriyse tekilleştiren, istisnalaştıran tarza karşı durmalı; siyasal faaliyetin şiddete, teröre, silaha yenik düşmesini engellemeli, kimden geldiğine ve kime yöneldiğine bakmaksızın demokratik ve barışçıl bir ülke özlemiyle “Cinayeti Gördüm” diyebilmeli, işe yaramadığını gösterecek bir kararlılık inşa edip yeni provokasyonların önüne hep birlikte geçmeliyiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları