Evin İlyasoğlu
Evin İlyasoğlu evini@boun.edu.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Ölürken şarkı söylemek mi?

17 Haziran 2020 Çarşamba

Opera nedir sorusu, operayı bilmeyenler için, “sahnede insanların ölürken şarkı söylediği sanattır”. Bir şeyi yeterince tanımıyorsanız ve tanımak için de çaba harcamıyorsanız, onu alay konusu yapmak en kolayıdır. 

Opera kocaman bir ekip sanatıdır. Tiyatroyu, müziği, dekorları ve giysileriyle resim sanatını; librettosundaki şiirsel öykü ile edebiyatı, danslarıyla bale sanatını barındıran; rejisörüyle orkestra şefinin işbirliği yaptığı müthiş zengin bir sanat dalıdır. Opera sanatçısı en ağır sanat dallarından birini seçmiş demektir. Mitoloji, edebiyat, sosyal tarih, opera tarihi, genel müzik tarihi yanı sıra, tiyatroculuk, müzisyenlik, dans sanatı, mim sanatı bilgilerine sahip olması gerekir. Her şeyden önemlisi de çalgısını kendi bedeninde taşımasıdır. Çalgısı sesidir. Sesini korumakla, ona iyi bakmakla yalnız kendi sorumludur. Sesine ifade katarken, söylediği aryanın bestelendiği çağdaki üslubu iyi bilmek zorundadır. Ayrıca sahne ve salon akustiğini de iyi tanımalıdır.

Son kitabım Leyla Gencer’i yazarken beni en çok etkileyen, bir operacının yaşam disiplini oldu. Kitabın sonundaki Epilog’da Leyla Hanım’ın genç bir operacıya öğütlerini hayal ettim:

Önce bestecinin üslubunu çok iyi tanımalısın. Eserin içindeki teksti çok iyi bilmelisin. Su gibi İtalyanca ve birkaç lisan öğrenmelisin. İyi bir operacı, müzik kadar tiyatroya da hâkim olmalı. Şarkıyı söylerken içindeki hikâyeyi teatral olarak yaşatmalısın. Seni seyretmeseler de sesinle dramatik ortamı duyurmalısın. Kendine intizamlı bir sistem kurmalısın. Sahne, aile, çevre arasında bir muvazene bulmalısın. Yalnız kendi branşına değil, hayatta her şeye alaka duymalısın: Politika, edebiyat, dans, moda… Biz öyle bir devirde yaşadık ki, bütün meslektaşlarımız birbiriyle yarış halindeydi. Kültürümüzü geliştirerek ve aklımızı kullanarak fark yarattık. 

Sahneye çıkana kadar yaşadığın tedirginlik senin en yakın arkadaşındır. O seni bir sonrası için kamçılayacaktır. Bir sonrası ise sahneye attığın adımdır. Sahnenin korkulacak bir yer olmadığını her temsilde yeniden öğreneceksin. 

Başın hep dik olacak. Gün gelip seni yakan hadiselerde gözyaşlarını içine akıtmasını bileceksin. Sahne senin iyileşmeni beklemez. Orada şahsi hüznünü arkaya atıp, yine sahnedeki kimliğinle teselli bulacaksın. Temsil sonrası alkışlar, bravolar duyacaksın, sevineceksin ama biraz sonra hepsi havaya karışacaktır; o gece seninle eve kadar bile gelmezler, onlara kapılmayacaksın. Rakiplerini tanıyacaksın. Diğer kastların oyununu da gidip seyredeceksin. Sahnenle, seyircinle arana kimse giremez. Sahnedeki büyülü havayı teneffüs edip seyirciyi peşinden sürükleyeceksin. Sahneye çıktığında güncel teferruatlar artık bir sis bulutu gibi uçmuştur: Parasızlık, yalnızlık, aşk acısı, hırslar, öfkeler, rekabet hepsi geride kalmıştır. Sen şimdi Lady Mackbeth veya Norma’sın. Bellini’yi söylerken Chopin’in piyano noktürnlerindeki melodi akışını dinlemelisin. Donizetti operalarındaki psikolojik derinliklere vâkıf olmalısın. Dostların arasında yalnız operacılar değil, renkli insanlar da olmalı: Ressamlar, tiyatrocular, şairler, politikacılar. Odalara kapanıp, sahne-ev arasında bir düzen kuramazsın. Kılık kıyafetin ehemmiyeti yalnız sahnede değildir. Sokakta, arkadaşlarının arasında temayüz edeceksin. Primadonna olmadan önce o davranışı öğreneceksin. Sahnede makyajla, ihtişamlı kıyafetle donatılırsın. Gündelik hayatında giyiminle, zarafetinle dikkat çekecek, kendi hayatının primadonnası olacaksın. Daima vakur ve kendine güvenli bir imaj yaratacaksın. Norma gibi kendini ateşe atmaya, Butterfly gibi hançerinle harakiri yapmaya hazır mısın? Aida gibi sevgilinin yanı sıra kendini o soğuk mezara gömebilecek misin? Yalnız rolünle değil, sesinle de bu hissiyatı yaşatabilecek misin? Kendine güveniyorsun değil mi? Hadi bakalım, yolun açık olsun.”

Şimdi de siz okurlarıma ben soruyorum: En son hangi opera temsilini gördünüz? Hayatınızda sizi en çok etkileyen temsil aklınızda mı? AKM’yi özlüyor musunuz?

Ben 1997’de, Aya İrini’de izlediğim Bertoni’nin Orfeo operasını unutamam. Şef C. Scimone, I Solisti Veneti’yi yönetiyordu. San Magno Korosu ve solistleri icra ediyordu. Sahne ileri doğru büyütülmüştü. Aya İrini’nin atmosferine bu kadar güzel uyarlanmış olması da ayrı bir sanatçılıktı. İşte opera böyle bir şeydir: Her yönüyle izleyenin dikkatini çekmelidir. İlk gençliğimden beri AKM’deki bütün operaları izledim. Önce konusunu okuyup bestecileri tanır, sonra program notlarına bakıp o gece hangi kast oynuyor diye heyecanla perdenin açılmasını beklerdim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları