Mikronezya ile Yutania’nın şöyle ağız tadıyla bir türlü kapışamayan ordularının sahillerde pineklediği bir sabah; olan oldu.
Muktedir Makropiç’in damadı Embesil Şamarov, Betonit Saray’ın koridorlarını kan ter içinde koşarak geçti ve huzura girmek için izin istedi. Kayınbabası Ulu Çoban’ın tahtına varıp ayaklarını öptüğünde, hâlâ soluk soluğaydı. Cırtlak sesiyle haberi verdi:
“Mutlak efendimiz, kutsal çobanımız, bıbıcım! Betonit Saray meydanına 1000 asker toplanmış, yemek yiyor!”
Ulu Çoban Muktedir Makropiç bir an durup yüce sesiyle haberi küçümsedi:
“Eee, ne olmuş? O kadar ordu topladık, askerlerin canı sıkılıyor, piknik yapıyorlardır. Saçmalamak için mi geldin huzuruma, embesil? Şahsımın zamanını harcama, defol!”
Embesil Şamarov, ertesi sabah yine huzura çıktı, yine soluk soluğaydı.
“Tanrı Ol’un tek varisi ve dahi oğlu, Mikronezya’nın yaratanı, lütfen bana kulak verin: Betonit Saray meydanına 10 bin asker toplanmış, yemek yiyorlar!”
“Yahu ne var bunda, salak damadım? Demek ki silahlı kuvvetlerimizin orduyu besleyecek kadar tayını var, yediriyor işte. Defol git başımdan!”
Adı üstünde Şamarov, iyi bir dayak yemeden akıllanmayacak ve bir gün sonra, yine sabah sabah Makropiç’in huzuruna çıkacak kadar Embesil’di.
Bu kez korku dolu hıçkırıklarla derdini anlatmaya çalıştı:
“Yolumuzun rehberi, sürümüzün çobanı, ulu muktedirim, lütfen beni dinleyin: Başkent Mikronia’nın tüm meydanlarına ve Betonit Saray’ın bahçesine dahi 100 bin asker toplanmış, oturup yemek yiyorlar!”
Ulu Çoban, “Sen iyice kafayı yedin, damat!” diye gürledi. “Şu saatte dünyanın her köşesinde beslenen milyonlarca asker var! Kimi kahvaltı eder, kimi öğle tayını, kimi akşam tayını yer.”
Embesil Şamarov, ciğerlerinde kalan son solukla haykırdı:
“İyi ama bunların hepsi çubuklarla yemek yiyor!”