Hani karşınızda biri limon yer, sizin damağınız kamaşır. Limon neyse de bozulmuş et yer, ot yer, b.k yer, siz dokunmazsınız, görüntüsü yeter, öğüresiniz gelir, yiyen bana mısın demez de sizin mideniz kaldırmaz.
Pistir yanınızdan geçen kişi, kokar, kendisi rahatsız olmaz, siz burnunuzu tıkarsınız.
Geğirir adamın biri, hasbelkader oturduğunuz masada, burnunu karıştırır bir başkası, siz utanırsınız hani.
İşte ağzımda öyle bir kekremsi tat, midem bulanıyor bugün.
Oysa bizler, bir şey yemedik.
İçimiz dışımız tertemiz, vicdanımız rahat.
Ama hepimizin gözü önünde yenilen haltın görüntüsü içimizi kaldırıyor, sineye çekemiyorum, çekemiyoruz.
İhanetin buruk tadı bile değil bu.
Madaralığın, çürük yumurtadan beter kokusu.
SAHTEKÂRLIK ÇUKURUNDA BOĞULUYORUZ
Rezilliğin, alçaklığın karşısındaki aczin dayanılmaz utancı.
Tükürülen suratlarını yağmur yağdı deyip sıvazlayarak sırıtan acizlerle birlikte aşağılanmış, küçümsenmiş olmak duygusu.
Yalanın, sahtekârlığın çukuruna onlarla birlikte düşmek korkusu.
Kusmak geliyor içimden, kusabilsem rahatlayacağım sanıyorum.
Yanıldığımı biliyorum, ne yapsam rahatlayamam çünkü ben yemedim, siz yemediniz, başkaları yedi ve ne yazık ki yemeyenleri de bozar bu halt.
Milletçe madara olduk.
Aklımızla, varlığımızla, kimliğimizle, alay ediliyor; biz utanıyoruz.
ANLATAMIYORUZ YÜREĞİMİZE
Türkiye rezil ediliyor, biz rüsva oluyoruz.
Büyüklerimiz küçülüyor, biz aşağılanıyoruz.
Daha doğrusu öyle hissediyoruz.
Oysa bizler, büyük denilenlerin küçük, dolayısıyla küçümsenmeye açık olduklarını biliyor, bu bilgiye rağmen başımızı dik tutuyorduk.
Neden üstümüze alınıyoruz?
Neden, hâlâ Türkiye’yi bizim sanıyoruz?
Türkiye onların da Türkiye’si.
Hatta daha çok onların, artık. Çoğunluk olmayan azgın, kötücül bir azınlığın...
Onlar utanmıyorsa bize ne oluyor, bizim kursağımızdan halt geçmedi ki?
Ama işte, olmuyor, anlatamıyoruz yüreğimize, kabullenemiyoruz gözlerimizin önünde insanların alçalmasını, bir ülkenin rezil, tarihin tahrip, geleceğin yok edilmesini.
PEŞKEŞ RANTINA KURBAN EDİLİYORUZ
Düşünüyorum. Ne zaman başladı bu çürüme; ne, ne zaman, nereye değdi de çürüdü koca ülke?
Onur, ne zaman kaybedildi, çünkü anılmaz oldu, unutuldu.
Hayasızlığa ne zaman alıştık?
Sadaka verildiği için mi dilenmeye alıştırıldı bazıları, yoksa dilencilik eğilimi mi sadakaya alıştırdı hepsini?
Peşkeş rantı mı alıştırdı birilerini, kan parası veriyor diye düşmanla ticaret yapmaya; yoksa can mı paradan daha ucuz da bu ülkede, düşmanla işbirliğinden vazgeçilmiyor?
İHANET KUŞATMASI ALTINDAYIZ
Nasıl oluyor da bu ülkenin muktedirleri, yurdunu korumak için canını veren on binlerce şehidimizi hiçe sayarak, gazilerimizin hüzünlü gözlerinin içine bakarak onların katillerini salıyor, yetmiyor sırtlarını sıvazlıyor?
Nasıl oluyor da ABD’nin arsız ve şımarık büyükelçisi Türk ulusunu “İsrail için tehdit oluşturduğu için” bölmek istediklerini açık açık söyleyebiliyor? Haydi ağzından kaçırdı diyelim, bu haddini bilmez niçin “persona non grata” ilanla sınır dışı edilmiyor?
Tam tersine; emperyal patron istedi diye hangi cüret, hangi ihanet, hangi tehdit ve şantajla Türkiye’ye, aynı emperyal patronun tarumar ettirdiği Lübnan modeli dayatılıyor?
Mostradan madaraya daha ne kadar yolumuz var?
GÜLÜN ÖTEKİ ADI
yürek gelgitlerinde
yeni bir dünyaya açılıyor ömrümüz
içimizdeki karanlık kış
patlamaya hazır nebula
bizi bu dünyadan alıp
başka bir tufan gemisine ışınlıyor
gecenin perdeleri
ucu bucağı olmayan yolculuk
gülün öteki adını soruyor bana
kathar şövalyelerinden
şeyh bedrettin’e
sınırsız duvarsız bir kardeş sofrası
orada derimiz
üstümüze sarındığınız gömlek
kaç dolunay
kaç frig krallığı aydınlatır
harabede dilek mumları
karakutusunda ibrişim eriyik
kaç silah kabzasında işli
güvercin evlerin
yürekte büyüyen ızdırap çiçeğin
bergüzar ırmağı
onarın köprünün ıssızlığını
Dilruba Nuray Erenler*
* 2015 Enver Gökçe Şiir Ödülü’nün sahibi değerli ozanımız Dilruba’nın, yukarıda okuduğunuz dizeleri, Gülün Öteki Adı (Kırmızı Kedi Yayınevi) tarih kitabımdan esinlenerek yazdığını yeni öğrendim. Çok duygulandım. Eşsiz armağanına gönülden teşekkürlerimi sunarım.