İnsanlar niçin anneye, babaya, düzene isyan ederler?
Bir haksızlık yapılmıştır, ona isyan ederler.
Hakkını almak için başkaldırmaktır, isyan.
Adaletsizliğe karşı çıkmaktır.
Çünkü güzellikle verilmeyen hak, zorla alınır.
İşte bu yüzden kutsaldır, isyan.
Eşit hak kavgasıdır.
Senin hakkın kadar benim de hakkım var, demektir.
O hak, yaşamak hakkı, özgür ve eşit yaşamak hakkıdır.
Türkiye’de ve dünyada, zalim kocaya, gaddar sevgiliye, sokaktaki tacizciye isyan eden kadınlar dövülüyor, işkence görüyor, öldürülüyor. Çünkü erkeği önceleyen ataerkil toplum, kadının erkekle eşit haklara sahip olmadığını söylüyor. Yasalar eşitsiniz buyursa da kafalarının içinde kadını eşit görmüyor, çoğu erkek.
Ve fark ediyoruz ki kadını eşit görmeyen erkek, çocukları da dövüyor, kadınlara olduğunca çocuklara da tecavüz ediyor. Zaten hayvanlara da musallat, doğaya da düşman.
ERKEK ERKEĞE KUTSALLIK MASALI
Acaba neden? Nasıl oldu da böyle bir egemenlik duygusu yerleşti o küçük beyinlerine?
Dinlerle yerleşti, değerli okurlarım. Hatta tam da bu yüzden hiçbir dinde kadın peygamber çıkmadı çünkü dinler erkek egemenliğinde toplumlar oluşturmak amacıyla erkekler tarafından uyduruldular. İstisnasız hepsi, en çok da tek tanrılı dinler.
18. yüzyılda, aydınlanmacı Fransız Devrimi’ni izleyen Sanayi Devrimi’yle kadının çalışma alanına katılması, erkek egemen toplum düzeninin temel direği olan din tabularını zorlamaya başladı. Kutsal kabul edilen kitaplarda yazılan hiçbir dogma, yaşamın pratik gerçeklerine uymuyordu.
Kadın hakları için mücadele demek olan feminizm tarihi, işte böyle başladı.
OSMANLI’DA FEMİNİZM AKIMI
Feminizm, entelektüel bir aydınlanma, yani dinsel cehalete karşı bilgiyle mücadele akımı olduğu için tıpkı icadından 400 yıl sonra Osmanlı topraklarına giren matbaa gibi, geç geldi bizim ellere. 19. yüzyılda çekingen bir giriş yaptı, 20. yüzyılın başında cesur bir gelişme gösterdi.
Osmanlı topraklarında ilk kadın dergisi Terakki-i Muhadderat, 1869’da yayımlandı. Bu dergide kadının toplumdaki yerini eleştiren, mahlaslar altında ve sıkça başlıksız yayımlanan mektuplar mevcuttu. Ama asıl mücadele, 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’le başladı. 1908’den 1918’e, Osmanlı topraklarında binden fazla feminist dergi yayımlandı.
Kadın cemiyetleri kuruldu. En radikal olanı, Osmanlı Müdafaai Hukuku Nisvan Cemiyeti’ydi. Kadınlar Dünyası, bu cemiyetin yayını olup sahibi de bir kadındı: Nuriye Ulviye.
Halide Edip, Afife Jale, Şaziye Moral, Neyyire Neyir, Bedia Muvahhit ve hatta Atatürk’ün çok kültürlü eşi Latife Hanım gibi eşitlik hakkını savunan ve alan savaşçı kadınlar, işte bu zaman diliminde yetiştiler.
FASARYA OSMANLICILIK
Mustafa Kemal’in gençlik yıllarında, Osmanlı Devleti’nin üç büyük kenti İstanbul, İzmir ve Selanik’te bugün olmayan düzeyde kültür odakları vardı. Erkekler arasında da kadınlar arasında da yüksek kültürlü insanlar okuyor, öğreniyor, tartışıyorlardı. Kendisi büyük bir entelektüel ama yakın çevresi, davasına baş koyan arkadaşları da tam donanımlı aydınlardı.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimizin tüm değerlerini çiğneyen ve onları benimseyen bizlerin yaşamını çeyrek yüzyıldan beri cehenneme çeviren günümüz muktedirleri, size fasaryadan bir Osmanlıcılık anlatıyor.
Bir hanedan olan Osmanlıların birinci dereceden son kuşağı, görgüsüz ve cahil Nilhan Osmanoğlu ya da yalancı pehlivan kılıklı Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu gibi değildir.
Ezici çoğunluğu aydın, demokrat ve Türkiye Cumhuriyeti’yle hiçbir sorunu olmayan seçkin, uygar insanlardır.
LAİK SULTANLAR
Aralarında hem anne hem baba tarafından hanedana mensup birinci derecede Osmanlı soyundan ve “sultan” namıyla anılmak hakkına sahip olanlar; Hanzade, Neslişah, Necla sultanlardır.
Paris’te onları tanımak ayrıcalığına eriştim.
Cumhuriyetin tüm değerlerini, zaten aldıkları laik eğitimle benimsemiş, hem seçkin hem de tevazu sahibi insanlardı.
En muhtaç zamanlarında bile kimsenin yanaşması olmadılar, hiçbir iktidara bel büküp gerdan kırmadılar.
Çünkü tarih biliyorlardı, evrensel kültür sahibiydiler ve ne dinciydiler ne de dindar.
Eşit, özgür insanlık hakkı için isyan etmek, bir adalet savaşımıdır. Ama bir kadının hakkını savunması için önce erkek kadar insan, erkeğe eşit ve erkek kadar özgür olduğunu bizzat kabullenmesi, yani öğrenmesi gerekir.