Mikronezya ve Yutania’nın yaz sıcağında çöle dönüşen kumsallarında düşman beklerken sivrisinek avlayan, sevdiklerinden aylardır uzak kalan askerler, depresyona giriyorlardı.
Ama depresyon salgını, nüfus azlığı dolayısıyla kadınların da askere alındığı Yutan ordusundan çok; salt erkeklerden oluşan Mikron ordusunda yayılmıştı.
Bir akşamüstü, Karadenyo kırsalından gelen erler aynı bölgeden hemşerileri Temayül Sektirmez’i elinde bir mektup, hıçkıra hıçkıra ağlarken buldular.
O Temayül ki sivrisineği vuracağım diye çadır yoldaşı Mülayim Siler’in kafasını uçurmuş olmakla ünlenen bir babayiğitti. Hemşerileri, şakır şakır ağlamayı hiç yakıştıramadıkları Temayül’ün başına toplanıp ne olduğunu sordular, tabii.
Ne var ki Karadenyolu keskin nişancı, makineli tüfek gibi karısına küfretmekten başka bir şey söylemiyordu. Önce eşinin onu aldattığını, terk ettiğini falan sandılar. Sonra elindeki mektubu alıp okudular:
“Babacığım, mübarek ellerinden hürmetle öperim.
Dedem Temerküz, bir süredir ölüm döşeğindeydi. Annemin pişirdiği çöreğin kokusunu almış. Bana dedi ki ölmeden önce son kez ağzım tatlansın, bir dilim kes getir. Ben de mutfağa gidip annemden istedim. Annem ‘olmaz’ dedi. Çöreği başsağlığı ziyaretine gelenlere çıkaracakmış.
Yanına dönüp tam bunu söylemiştim ki dedem son nefesini verdi. Başın sağ olsun. Oğlun Temarüz.”