Kırk yaş, rastgele bir yaş değildir. Hatta rastgide bir yaş da olmayıp insanı göz açıp kapayıncaya kadar elliye dayanan bir merdivenin başına taşır. Zaten kadın olsun, erkek olsun tüm insanların ortak korkusu, elliye dayanan merdivenlerdir.
Aslında merdiven, ister istemez tırmanacağımız ve kaç katlı olduğunu boşluğa düşen son adımda anlayacağımız ömür binasına, doğduğumuz gün dayanır. Ama ilk basamaklarda bir merdiven çıkıldığı fark edilmez!
Gençlik yılları güle oynaya, hızla, düz yolda yürür gibi aşılır o merdivende. Garip ama gerçek, bu çıkışın inişi olmadığı ilk kez, otuzuncu basamakta anlaşılır.
Ama otuz yaşında, yine de aşağı bakılır. Otuz beşinden sonra ise “yukarıya”. Çünkü kalp atışları hızlanmış, hafiften soluk soluğa kalınmaya başlanmıştır.
Ancak...
NASIL GEÇTİ HABERSİZ
Soluk ilk kez, kırkıncı basamakta tıkanır. İlk kez o basamakta durup, artık çıkmamak istenir ama boşuna. Merdiven merdiven değil, asansördür ve sizin katkınız olmadan da sizi tırmandırmaktadır. Soluğunuz bile tıkanmaz artık, düşünmeye zamanınız kalır.
Zamanı düşününce de aklınıza gelen ilk çare, tabii ki “zamanı durdurmak”tır. Oysa zaman durmamaktadır.
Ve siz, zamanı durdurmanın ütopya olduğunu bilirsiniz. Zaten henüz çok geç ve umutsuz değilsinizdir. Dolayısıyla zamanı durdurmak için bir şeyler yapmak gerektiği ancak bir şeyler yapmak için de henüz zaman olduğunu düşüne düşüne bir on basamak daha çıkarsınız ki eğer o on yılın nasıl geçtiğini kavrayan varsa beri gelsin!
ZAMANLA AMANSIZ YARIŞ
Kırktan elliye yaşamamış, atlamış gibi olur insan. Öylesine hızlanmıştır ki zaman, düşünmeyi bırakıp eyleme geçmek bir zorunluluktur, artık.
İşte o zaman, ütopya mütopya, zamanı durdurmak yarışı başlar. Ne gariptir ki böyle bir yarışta, kadınlarla erkekler aynı kulvarda, ama ters yönde koşarlar. Çünkü göğüslenecek ipi ters yönde hayal ederler. Her şeyden önce hayalleri farklıdır çünkü.
Zamanı durdurma yarışına giren erkek, “ellinci ilkbahara” inanırken kadın “ellinci sonbahar” bilincindedir. Erkek, kendisini ilkbahar yaşadığına inandıracak tomurcuk peşine düşer. Başka bir deyişle kart etine taze harç aramakta, tazeye kendisini beğendirebilirse, o kadar da kart olmadığını düşünmektedir.
AYNI KULVARDA TERS YÖNDE
Oysa kadının zamanı durdurma yarışındaki önceliği, genç erkek dopingi değildir. Çünkü kadınların kendilerini nasıl gördüğü, başkalarına nasıl göründüğünden her zaman daha önemlidir. Dolayısıyla zamanı sevgilinin tazeliğinde değil, kendi gözlerinde durdurmaya çalışırlar.
Kırk ile elli yaş arasında, kadın ve erkeğin gençlik savaşımı aynıdır. İki cinsi de bir “sporculuk” ateşi sarar. Yürünür, koşulur, spor ve rejim yapılır; temiz hava, az gıda, sağlıklı yaşam adına ne söyleniyorsa hepsi denenir.
Yine de durdurulamaz zaman. Ve gelinir elliye. İşte orada, erkek kişisel çaba havlusunu atar, aradığı gençliği taze kollarda bulduğunu sanarak avunur.
İKON DONALD, KLON DUCK
Ama kadın, hepimizin bildiği gibi kolay pes etmez. Acının her türlüsüne dayanıklı olup botoks, dolgu, hatta plastik cerrahi bile gözünü korkutmaz; estetik yenilenme konusunda neye gücü yetiyorsa denemeye başlar.
Bu savaşımda zaferler kazanıldığı da olur, çarşamba pazarına dönüldüğü de...
İşin garip yanı, her gün onlarcası karşımıza çıkan dişi Donald Duck’ların döndükleri çarşamba pazarından kesinlikle habersiz olmalarıdır.
Aynı elma yanaklar ve ördek dudaklarla milyonlarca kopyaları vardır ama ne gam!
Önemli olan, yarışta kalacağına inanmak değil midir?
Elbette her kadın ve her erkek böyle bir yarışın içinde değil. Ama ben kopyala yapıştır olmak için yola çıkanlar hariç, yarışanları tutuyor ve zamana kolay teslim olmayanların daha kadın, daha erkek olduklarını düşünüyorum.
Çünkü panik ataklar yerine panik aşklar yaşamak daha iyi bir seçenek ve ancak yarışanlar için mümkün.