Olaylar Ve Görüşler

Bir Sosyal Uyanış Tarihi: 15-16 Haziran - Dr. Barış ZEREN

16 Haziran 2021 Çarşamba

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tek bir dönüm noktası belirleme hakkımız olsa tereddütsüz 15-16 Haziran 1970 tarihini seçebiliriz. Anayasal haklarını korumak üzere ayağa kalkan ve İstanbul’u abluka altına alan işçi kitleleri Türkiye’yi sarsan iki uzun gün” sonunda iktidarın, haklarına yönelik saldırısını püskürtmekle kalmamış, CHP’den sosyalistlere, bütün bir muhalefetin plan programına damga vurmuştu. 15-16 Haziran’da Türkiye’nin bir yol ayrımına geldiği anlaşılmıştı. Türkiye’yi yönetenler, bu yol ayrımında rotayı sağa kırdılar ve ülkeyi bugünlere sürüklediler.

1960’LARIN IŞILTISI

15-16 Haziran ancak muhteşem 60’lar” bağlamında anlaşılabilir. Toplumun gelişme potansiyelini serbest bırakan, ona örgütlenme özgürlüğü -bu arada işçilere grev hakkı- tanıyan, buna karşılık hükümetin topluma müdahalelerini ve iktidar tekeli kurmasını engelleyen 1961 Anayasası’nı tablonun başına koymak mümkündür. Yeni seçim yasasıyla Meclis’te demokratik temsil mekanizmaları güçlenmiş, böylelikle iki partili sistem, CHP-AP (DP) ikilemi kırılmıştı.

İşçi önderlerinin, öğrencilerin, aydınların başını çektiği sosyalist sol, çeşitli akımlarıyla parlamentonun gerek içinde gerek dışında, üniversitelerde, fabrikalarda ve ordu başta olmak üzere devlet bürokrasisinde gittikçe etkisini artırıyordu. Siyasetteki bu kırılma kısa zamanda çalışma yaşamına da yansıdı ve 1967 yılında kurulan DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu), bu yeni işçi dinamiğinin temsilcisi olarak hızla büyüdü. Artık sermaye sahiplerinin 1950’lerden beri Amerikan tarzı sendikacılığın temsilcisi TÜRK-İŞ tekeliyle fabrikalarda yaratmak istedikleri dikensiz gül bahçesi de elden gitmek üzereydi.

BİR ANAYASA KAVGASIYDI

15-16 Haziran 1970 işçi direnişini tetikleyen, AP, CHP, iş dünyası ve elbette bürokrasiden oluşan egemenler koalisyonunun bu yükselişe set çekme yolunda attığı adımlardır. Kısa zamanda 1961 Anayasası’nın aleyhlerine işlediğini anlamış, eski DP’lileri siyasete döndürme gibi hamlelerle siyaset arenasını muhafazakârlaştırmaya girişmişlerdi.

CHP’nin bu başlıklarda gösterdiği uyuma da güvenen Demirel hükümetinin, elini yükselen işçi hareketine de uzatması uzun sürmedi. Sendikalaşma ve grev hakkını yeniden düzenleyecek bir kanun değişikliğiyle 1961’e bir darbe daha vurulması öngörülmüş, DİSK’i tasfiye etme amacı açıkça dile getirilmişti. İşçiler buna DİSK’lisi, TÜRK-İŞ’lisi, sendikalısı sendikasızı, tek yumruk olarak yanıt verdiler.

Araştırmacı Zafer Aydın’ın İşçilerin Haziranı: 15-16 Haziran 1970 (Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2020) adlı bin sayfaya yaklaşan, kapsamlı kitabına bakarsak yüz bini aşkın işçinin direnişi, bırakalım iktidar cenahını, düzenleyicisi DİSK tarafından bile öngörülememiş bir uyanışı açığa çıkarmıştı.

İşçilerin fabrikalarda kurulan Anayasal Direniş Komiteleri” aracılığıyla hızla organize oluşları, Gebzeden Kadıköy’e, Topkapı’dan Saraçhane’ye doğru fabrika fabrika katlanan yürüyüşlerindeki disiplinleri, anayasa savunusundan sınıf bilincine uzanan sloganları, dahası, en ön safta kadınlarıyla işçi kitlelerinin halkta uyandırdıkları korkuyla karışık sempati, yeni bir Türkiye’ye dayanak oluşturacak, diri bir sınıfla karşı karşıya olunduğunu gösteriyordu.

Üstelik, Aydın’ın yer verdiği bir araştırmaya göre sendikal hakları için ölümüne mücadele eden işçi kesimi içinde daha bir yıl önce oyların büyük kısmı AP’ye gitmişti ve hatta MHP gibi aşırı sağ partileri destekleme eğilimi de bir o kadar yüksekti. Anlaşılan sokak, işçiler arasındaki sandık demokrasisi saflaşmalarını da kolaylıkla parçalamıştı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez işçiler sınıf olarak böyle kitlesel biçimde düzenin karşısına dikilmişti.

‘BİR DAHA ASLA!’

Nitekim egemenler koalisyonu da bunu böyle anladı. Mesele sadece bir kanun değildi. Süleyman Demirel’e göre bu bir ayaklanma provasıydı, sağ ve İslamcı basından 1917 Petrograd İhtilali” kâbusları taşıyor, patronlar hükümetten ve askerden acil önlemler talep ediyorlardı. Kitleler nezdinde itibarını tehlikede gören CHP ise bir anda muhalefet görevini hatırlamış ve kanun değişikliğinin karşısına geçmişti.

15-16 Haziran direnişinin başarısı, yalnızca direnişi tetikleyen kanunun Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesinde değildir. Genel sol yükselişin zirvesini oluşturan haziran direnişi, anayasal özgürlükleri budamak isteyen egemenler koalisyonunu çatlatmış, planlarını geciktirmişti. 12 Mart darbesi bile bu potansiyel karşısında 1961 Anayasası’nda köklü değişiklikler yapamamış, sol ve işçi hareketiyle demokrasi mücadelesi bu anayasanın şemsiyesi altında 12 Eylül 1980 darbesine kadar kitleselleşebilmiş, ilerleyebilmişti.

Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti tarihinde işçi sınıfının bu ilk parlayışı, egemenleri tarihsel bir seçim yapmaya yöneltti. 12 Mart’ın Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, o ünlü ve özlü “Türkiye’de sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” saptamasıyla sanki Anayasal Direniş Komiteleri”nin “İşçi arkadaş uyanık olmak zamanıdır!” diye başlayan bildirilerine yanıt veriyordu.

O günden sonra Türkiye’nin tepesindekiler” toplumu sürekli uyku halinde tutmanın, gecekonduları tarikatlaştırmanın, işçileri örgütsüzlükle boğmanın demokrasiden, anayasadan giderek de Cumhuriyetten daha önemli olduğu kararına vardılar. Onlar 15-16 Haziran’ı asla unutmadılar ve tam da bu yüzden unutturmaya çalıştılar.

DR. BARIŞ ZEREN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları