Olaylar Ve Görüşler

Hangi Attilâ İlhan? - Işıl NEBİOĞLU

16 Ekim 2021 Cumartesi

Ekim Cumhuriyetimizin doğum ayı. Ve ona çok benzeyen çocuklarından birinin ölüm ayı. Atatürk’ün yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet inşasındaki yeni aydın Attilâ İlhan. 10 Ekim onu kaybedişimizin 16. yıldönümüydü.

Cumhuriyetten iki yaş küçüktü. Birlikte büyüdüler. Devrim onu büyütürken o da onu büyüttü katkılarıyla. Kimsesizlerin kimsesine borcunu, onu anlayarak ve anlatarak ödedi. Dönemin yetiştirdiği biri olduğu için değil, bu düşü en iyi anlayanların başında geldiği için. Hatta belki, düşü Gazi ile birlikte gerçekleştirenlerin çoğundan daha iyi anlayan.

Cumhuriyet arasız devrimler demekti. İlhan bu bilinçle hep ileriyi hedefledi, geriyi hedef aldı. Gerinin, kendisini “daha ileri” pazarlayışına prim vermedi. Onun içindir ki kavgasının tarihine baktığımızda, açık düşmanlar kadar, onu sahiplenir görünen gizli düşmanları da ifşa edişine tanık oluruz. Kemalizm ile Atatürkçülük kavramlarını ayırması da bunun içindi. Ona göre, ikincisi birincisini değersizleştirmek için yaratılmıştı. Adı bir aldatmacaydı. 

Kemalizm, milli, devrimci, antiemperyalistti. Atatürkçülük adıyla sunulan ise bu ilkelerden arındırılmış, kuru laiklikten ibaret, muğlak bir kavramdı. Bütünü parçalayarak, laikliğin yalnız bırakılışının sonuçlarını bugün görmekteyiz.

VASİYETVARİ ÖNGÖRÜ

“Düşmanlarım beni aşk şairi olarak anacaklar” demişti namı diğer Kaptan. Bu öngörü aynı zamanda bir vasiyet sanki. “Aldanma” dercesine. Aşkı, kadını, hasreti, kenti resmedişinin benzersiz ve büyüleyici olduğu muhakkak. Fakat o kendini hep bir toplumcu olarak niteledi, öyle de yaşadı. Şair, romancı, gazeteci, senarist, sinema eleştirmeni ve fena halde toplumcu bir düşünür.

Gerçekçilik akımında “gerçekçi” bir tutumla var oldu. Aydının ve solun halktan kopuşuna, ulusun, ülkenin gerçeklerinden kopuşun sebep olduğunu bıkmadan anlattı. Bakın ne diyor: “(...) kültürel yabancılık; yani metodu -‘diyalektik uygulamayı’- ulusallaştıramamak; sosyalist aydınlarla işçi sınıfını bir araya getiremiyor. İşin tuhafı, hareket noktası ‘üretim gücü’ yani işçiler olacağına, bizde aydınlar oluyor, onlar da ilericilikle Batıcılığı karıştırıp durduklarından, işçilerin güvenine sahip değil! Sonuç: Halkla aydın arasındaki uçurum, sosyalizmle halk arasındaki uçuruma dönüşüyor.”

Diyalektik uygulamayı ulusallaştırmak! Bu başlığın bugünkü solun kadük tartışmalarından çok uzak ve ileri seviyede bir tartışma olduğu açık.

CUMHURİYETE BENZERDİ

Toplumcu hareketin sanat uzantısı için de duruşu tutarlıydı. Sanat yoluyla kavga veriliyor diye didaktik olunmamalı, estetikten ödün verilmemeliydi. Halka yaklaşmak biçimin değil, içeriğin göreviydi. “Sanat, sanat için mi, toplum için mi” tartışmasının da cevabı gibi değil mi? İkisi bir arada mümkün ve gerekli. Bu duruşun, aşk şairi “azımsanması” için gerekçe yapılacağını da tahmin etmiş olmalı. Sanatındaki tavır tıpkı Cumhuriyet gibi... En iyisine, kendisi kalarak sahip olmak. Karşıtının saldırısı da benzer; değersizleştirmek. Yazılarında sıklıkla, devrim ve büyük liderini küçültmek, silikleştirilmek, değersizleştirmek, Batı çıkarlarına uydurmak için yürütülen gizli ve açık savaşa değindi. Bu, düşmanların tek silahıydı.

Cumhuriyete benzerdi Attilâ İlhan, “Olumsuzluğu devrimcilik, disiplinsiz isyancılığı ilericilik sanmaktalar” demiş 12 Eylül öncesi devrimciliği için. Bugün görse? Neleri devrimcilik, ilericilik sanmaktayız. Bu inanılmaz noktaya gelineceğini tahmin etmiş ve çıtayı bunu engellemek için yukarıda tutmuştu belki. Alnında ışığı ilk hisseden kişi olarak. Cinayeti kör bir kayıkçı gördü. Ben gördüm kulaklarım gördü.

KAPTAN’A BİN SELAM

Gidenlerin ardından, “Bugünleri görseydi” deriz. Bazen duygu “iyi ki görmedi” olur. Ama kimileri var ki onlar iki durumun ve iki duygunun birleştiği insanlardır. Durum kötüdür, fakat o olsaydı daha az kötü olacağına inanırız. Rehavet içinde kurtarıcı bekleyip duruşumuz da bundan değil mi? Zaaf bu, ama haklıyızdır da bir yandan. O güzel atlara binip giden güzel insanlar özlenir elbet.

Attilâ İlhan, anlamaya ve anlatmaya ömür adadığı devrimin en büyük yarasını alışından hemen önce gitti bu dünyadan. En alçak saldırılara tanık olmadı. İşte o duygu... İyi ki mi, keşke mi?

Ben keşke deme “bencilliğini” tercih edeceğim. Çünkü, gidenler yerlerini demirin tuncuna bırakıp, keçiler Abdurrahman Çelebi sayıldıkça, gelecek gelmeden kararıyor. Aydınsızlıktan kırılıyor yurdumuz.

Düşünüyor insan; mesela “Yetmez ama evet” rezaletini görseydi neler derdi? Keşke görseydi ve neler neler deseydi...

Sana bin selam Kaptan.

Yaranla berenle nice yaşlara Cumhuriyet. Biz sana mecburuz, bilemezsin.

IŞIL NEBİOĞLU

UYGULAYICI YAPIMCI/SİNEMACI



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları