Olaylar Ve Görüşler

Post(!)-Kemalist çağda bir Kemalist Şövalye: Ahmet Taner Kışlalı - Prof. Dr. Hakkı UYAR

21 Ekim 2021 Perşembe

Kemalizm, temelleri ulusal bağımsızlık savaşına dayanan çağdaş bir ulus devlet kurma ideolojisidir. Bu ideolojinin teorileştirilmesi için daha 1920’li yıllardan itibaren yoğun çaba harcanmıştır. Bunlar arasında bir grup olarak Kadrocuları, bireysel olarak Mahmut Esat Bozkurt gibi isimleri saymak mümkündür. Sonraki yıllarda bunlara Niyazi Berkes gibi önemli bir ismi eklemek gerekir. 

12 Eylül askeri darbesinin sözde Atatürkçü, özde Türk-İslam sentezine dayanan ideolojik politikalarını tamamlayan ANAP iktidarı döneminde ve sonrasında Atatürkçü aydınlara yönelik suikastlar (Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu...) Kemalist ideolojinin iktidarlar nezdinde -ve hatta devlet nezdinde- pek de itibarının kalmadığını gösteriyordu. 

KEMALİZMİN DENİZ FENERİ

1990’lı yıllarda ikinci cumhuriyet tartışmalarıyla birlikte -deyim yerindeyse- Kemalizmin öldüğü ve Post(!)-Kemalist bir dönemin başladığı rahatlıkla iddia edilebilir (Deyim ilk kez İlker Aytürk tarafından kullanılmıştır!). Buradaki “post” ifadesi, “sonrası” anlamında değildir. Post(!)-Kemalist ifadesi, Kemalizmin önemsizleştirildiği, değersizleştirildiği, itibarsızlaştırıldığı anlamına gelmektedir. 

12 Eylül sonrası ortamda Ahmet Taner Kışlalı gibi aydınlar Kemalizme devletin dışında sivil toplum temelli (ADD, ÇYDD...) bir içerik kazandırmaya yöneldiler. Bu içerik ilerici, demokrat ve laik bir kimlikteydi. 1990’ların kaotik ortamı içerisinde genel anlamda hem ekonomik krizler hem de siyasal krizler birbirini izlemekteydi. Merkez sağ ve merkez soldaki parçalanma (hem 12 Eylül etkisi hem de liderler arasındaki rekabet), siyasal ve ekonomik krizle birleştiğinde Refah Partisi’nin yükselişi kaçınılmaz oldu. Aynı dönem PKK terörünün de tavan yaptığı yıllardı. 1994 ekonomik krizi sonrasında 28 Şubat sürecine pupa yelken gidilirken faili meçhul aydın cinayetleri ve diğer faili meçhul olaylar, dönemin karakteristiğinin bir parçasıydı. İşte bu ortamda tam anlamıyla Kemalist aydınlara yönelik faili meçhul cinayetlerle bir sindirme hareketi başladı. Kışlalı cinayeti de bu faili belli cinayetler zincirinin bir halkasıydı. Nitekim bu sürecin sonunda Post(!)-Kemalist bir bombardımana maruz kalındı. Kışlalı bu ortamda naif kimliği ile bir Kemalist pusula, bir Kemalist deniz feneri olarak dikkat çekmekteydi. 

Kışlalı, demokrat, ilerici Kemalist kimliği ile toplumda pozitif Kemalizm algısı yaratmaya, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e yönelik saldırılara kibar ama net bir yanıt vermeye girişmişti. Öldürülmesinden kısa bir süre önce “Ben Demokrat Değilim” dedi. Aslında etnik kimlik temelinde yürütülen terör örgütüne, siyasal İslamcılara ve numaracı cumhuriyetçilere yönelik yanıt niteliğindeki bu kitabı, Nadir Nadi’nin 12 Eylül Atatürkçülüğüne yanıt niteliğindeki “Ben Atatürkçü Değilim” kitabından farklı değildi.

KUTSAL HEDEFİN GEREKTİRDİKLERİ

Kışlalı kitabında, demokrasinin olanaklarını demokrasiyi yıkmak için kullananların, demokrasi adına Cumhuriyetin temellerine kazmayı vuranların “demokrat” yaftasını taşıdıkları yerde demokrat olmak istemediğini söylemekteydi. Yazılarında Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin demokrat özüne sürekli dikkat çeken Kışlalı’nın bu tavrı, Cumhuriyetin kurucu değerlerinin demokrasi adına tahrip edilmesine bir isyan niteliğindeydi. 

1990’larda Kemalist aydınlar devletten dışlanan Kemalizme “sivil” kimlik kazandırarak yeniden canlandırmaya büyük hizmet ettiler. Üstelik bu 12 Eylül Atatürkçülüğünün yarattığı tahribata, antipatiye rağmen gerçekleşti. Hem yurtiçinde hem de yurtdışında Post(!)-Kemalist tayfanın gördüğü destek neticesinde yaratılan siyasal iklim, Kemalist aydınları kendi vatanında canından edecek kadar öteki hissettirecek boyuta ulaşmıştı.

Katı olan her şeyin buharlaşmasının ötesinde, katı olan her şeyin yok olduğu bir çağdayız. Buna totaliter ideolojiler de dahil. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti reklam arası olarak görenlerin reklam arası olacağı bir dönem Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bizi bekliyor. 

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden geri dönüşün olmayacağı söyleniyor. Muhtemelen beş yıldan uzun sürmeyecek gibi görünüyor. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında hukuk devleti, demokrasi ve çağdaş bir devlet/toplum ideali kazanabilir. Bu, Atatürk’ün 1923’te önümüze koyduğu hedefti. Bunun yolu, dinsel kimliğe dayalı yapıyı tasfiye ederken yerini etnik ya da mezhepsel kimlikleri ön plana çıkaran bir yapının almamasından geçiyor. Ortak Türk ulusal kimliğinin laik ve demokratik bir toplum/devlet yapılanmasıyla ve üretime dayalı kalkınmacı bir ekonomik modelle desteklenmesi gerekiyor. 

Anti Kemalist dalganın Kemalist aydınları biçtiği 1990’lı yıllarda, genç nesiller için 12 Eylülcülerden farklı bir Atatürk/Kemalizm bilinci ortaya koyan ve bu yolda diğer Kemalist aydınlar gibi hayatını ortaya koyan Kışlalı’nın anısı önünde saygıyla eğiliyorum. 

PROF. DR. HAKKI UYAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları