Yıllar önce, büyük bir kentin büyük bir okulunda görev yapıyorduk. Bir kız öğrencimizin tekrarlayan devamsızlığı dikkatimizi çekiyordu. Devamsızlıktan sınıfta kalmak üzereydi. Sınıf öğretmeni ve bir idareci ile birlikte evlerini ziyarete gittik. Oturdukları yer şehrin en yoksul semtlerinden biriydi. Elimizdeki adresten metruk bir binaya vardık. Giriş katındaki camları kırık dairede tekinsiz adamlar uzaydan gelmişiz gibi dik dik bize baktılar.
Merdivenleri ağır ağır çıkarken, buranın lisede okuyan bir kız çocuğu için hiç de güvenli bir yer olmadığını gördük. Kirası ucuz olduğu için zorunluluktan buraya sığınmışlardı. Öğrencimizi anne ve babası daha çocukken babaanne ve dedesine bırakıp ortadan kaybolmuşlardı. Dede en düşük ücretten emekliydi. Engelli ayağıyla sabahtan akşama kâğıt toplayarak iki torununu okutmak, oralardan kurtarmak için savaşıyordu. Ziyaretimizi bitirip okula geri dönerken, eğitimin zorunlu olmasına bir kez daha sevinmiştik. Bu kız çocuğunu 18 yaşına kadar okulda tutabilmenin bile, onun yaşamının kayıp gitmesini engelleyeceğini düşündük. Tüm öğretmenlere söyledik, elimizden geleni yaptık. Ama 11. sınıfta onu okulumuzda tutamadık. Yitip gitti...
EĞİTİMDE PİYASALAŞMA VE DİNSELLEŞME
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, işi gücü bıraktı, senenin başından beri sürekli bu “zorunlu eğitim”den söz ediyor. Sonunda dilinin altındaki baklayı çıkardı: “Zorunlu eğitimin tartışılmasını istedik, tartışılıyor da...” dedi.
Her zaman olduğu gibi bu tartışmaları yapanların kim olduğunu, eğitime taraf olan sendikaların, kurum ve kuruluşların, hukukçuların bu tartışmaların içinde olup olmadığını, bu tartışmaları kimlerin istediğini söylemedi.
Aslında çocukların eğitim hakkının devletin güvencesi altında olduğunu hepimiz biliyoruz. Çağdaş devletler bu görevini savsaklamadan yapıyor. Ama ülkemizde çocuk hakları, eğitim hakkı dikkate alınmadan zorunlu eğitim tartışmaya açılıyor.
AKP iktidarı 2002’den bu yana eğitim politikalarını iki temel ayak üzerinde yürüttü, yürütüyor. Birincisi piyasalaşma politikaları, diğeri dinselleştirme politikaları.
İktidar bu politikaları oluştururken sermaye gruplarıyla, siyasal İslamcı tarikat yapılarıyla, özellikle de “sivil toplum örgütleri” dedikleri; cemaat, tarikat kesimiyle hep işbirliği yaptı.
TARİKATLARLA ORTAK SÖYLEM
AKP döneminde iktidar yanlısı sendikanın başını çektiği, bazı vakıf ve derneklerin oluşturduğu “Maarif Platformu” bu politikaların belirlenmesinde etkin rol aldı. “Şûra”larda alınan karalarda onların çok etkisi oldu.
Özellikle bu platformun hazırladığı, eğitime taraf kurum ve kuruluşların tüm karşı çıkmalarına karşın, milli eğitim bakanının inatla ve meydan okuyarak TBMM’den geçirdiği “Maarif Yüzyılı Müfredat Programı”nı da, bu platformun hazırlandığı biliniyor.
Zorunlu eğitimi, zorunlu olmaktan çıkaracak tartışmaları da aynı yapıların öne sürdüğü tahmin ediliyor. Bu konuda herhangi bir açıklama yok ama bakanın açıklama yaptığı günlerde “Maarif Platformu” bileşenlerinin de aynı konularda açıklama yapmaları şüpheleri doğrulamaktadır.
Zorunlu eğitimin sona ermesinden, yani eğitimin kamusal hak olmaktan çıkarılmasından kim yarar umuyor, buna da bakmak gerek! Zorunlu eğitimin kaldırılması, ucuz çocuk işçiliğin önünü açacağı için sermaye kesimini ilgilendirmektedir. Sermayenin isteği doğrultusunda açılan MESEM’ler patronları tatmin etmemiş anlaşılan. Daha fazla çocuk işçiye ve ucuz işgücüne gereksinimleri olmalı.
Zorunlu eğitimin kaldırılmasından en çok yarar bekleyen kesimlerden biri de tarikat-cemaat kesimleri. Kız çocuklarının okula gelememesi demek, çocuk evliliklerinin önünü açmak demek. Daha çok çocuk, daha çok mürit, daha çok sömürü demektir.
Yoksulluk büyük bir baş belasıdır ülkemizde. Yoksulluk arttıkça cehalet artmakta, cehalet arttıkça da dinci sömürü artmaktadır. Yine yoksulluk arttıkça çocuk emeği sömürüsü de artmaktadır. Siz hiç yoksulların çocuklarının dışında herhangi bir kesimden çocuk işçi gördünüz mü?
ERDAL ATICI
EĞİTİMCİ, YAZAR