Polisiye darbe
Örsan K. Öymen
Son Köşe Yazıları

Polisiye darbe

10.05.2025 04:01
Güncellenme:
Takip Et:

Darbe dendiğinde akla genellikle askeri darbeler gelir. Oysa askeri darbelerin dışında, sivil siyasetçilerin, sözde “savcıları”, sözde “hâkimleri” ve polisi kullanarak gerçekleştirdikleri darbeler de vardır. Buna sivil darbe veya polisiye darbe de denebilir.

AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan, “Bakalım cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li telef olup gidecek” sözüyle bu darbeyi itiraf etmiştir.

Erdoğan bu sözüyle, cumhurbaşkanlığı seçimi ile CHP’nin cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması arasındaki bağlantıyı itiraf etmiştir.

16 milyon nüfusa sahip ve Türkiye’nin ekonomisinin dinamosu olan İstanbul, adeta tutsak kent haline dönüşmüştür; onunla birlikte, Türkiye de esir alınmıştır!

***

Ayrıca, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik Atatürk Kültür Merkezi’nin çıkışında gerçekleşen planlı fiziksel saldırıyla birlikte, “telef olma” söylemi, bu darbeyi de aşmıştır.

Erdoğan’ın söylemiyle bu saldırı arasında doğrudan bir bağlantı kurulamasa da, demokrasi dışı tehdit ve şiddet söylemlerinin, bu tür eylemler için de bir zemin oluşturduğu ve bazı şuursuz odaklara cesaret verdiği açıktır.

CHP’nin, anayasanın 34. maddesinin tanıdığı toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanırken, serbest ve özgür seçimler yapılacakmış gibi, seçim mitinglerini andıran sınırlandırılmış mitingler yapması bile, AKP ve MHP ile birlikte, onları destekleyen çeteleri de rahatsız etmiştir.

Oysa CHP, AKP’nin, milletin egemenlik hakları ve demokrasi; düşünceyi ifade, yayın, medya, örgütlenme özgürlüğü; yargı bağımsızlığı; laiklik ile ilgili anayasanın 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34., 138. maddelerini yıllardır ihlal ettiği; anayasal düzeni yıktığı; anayasaya ve siyasi partiler yasasına göre meşruiyetini kaybettiği gerekçesiyle, çok daha kapsamlı, yoğun, etkili tepkiler de verebilirdi.

CHP, anayasanın 34. maddesinin tanıdığı haktan yararlanarak, her birine en az bir milyon kişinin katılımını sağlayacak şekilde, Ankara’da, Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı’nın önünde, Silivri Cezaevi’nin önünde ve İstanbul’da Taksim Meydanı’nda, eşzamanlı mitingler ve protesto gösterileri düzenleyebilirdi ve Ekrem İmamoğlu ile ilgili tüm hukuk dışı uygulamalar son bulana ve Ekrem İmamoğlu serbest bırakılana kadar, hatta buna ek olarak, erken seçim kararı alınana kadar veya hükümet istifa edene kadar, bu mitinglerin ve protesto gösterilerinin devam edeceğini ilan edebilirdi, bu mitinglere ve protesto gösterilerine süreklilik kazandırabilirdi.

CHP, muhalefette kitlesel tabanı olan ve Türkiye’nin üniter ve laik yapısıyla barışık olan tüm siyasi partilerle daha yakın işbirliği yaparak, bu mitingleri onlarla birlikte örgütleyebilirdi, kürsüden bu partilerin liderlerinin de halka seslenmesini sağlayabilirdi, daha geniş ve kapsayıcı kitleleri meydanlarda toplayabilirdi.

CHP, yine anayasal ve yasal haklarını kullanarak, AKP iktidarını destekleyen bazı şirketlere değil, AKP’yi ve MHP’yi destekleyen tüm şirketlere karşı düzenli ve kapsamlı bir boykot kampanyası başlatabilirdi, hatta ülke çapında genel grev çağrısı da yapabilirdi ve bunu örgütleyebilirdi.

CHP, Cumhurbaşkanlığı’nın ve yürütme makamlarının, anayasanın 6., 8. ve 11. maddelerine göre, anayasadan kaynaklanmayan talimatları veremeyeceği, kanunsuz talimatın verilemeyeceği gerçeğinden yola çıkarak, tüm devlet ve kamu kurumu yöneticilerine ve çalışanlarına yönelik, anayasayı ihlal eden hükümete karşı, demokratik, anayasal, kamusal itaatsizlik eylemi çağrısı yapabilirdi ve bunun devlet ve kamu kurumlarında örgütlenmesine öncülük edebilirdi.

CHP bunların hepsini birden devreye sokarak, hükümetin üzerinde çok daha yoğun bir baskı kurabilirdi.

CHP bugüne kadar, yapabileceklerini yapmayarak potansiyelini kullanmadığı halde, AKP’nin ve MHP’nin, CHP üzerindeki hukuk dışı baskılarını artırması, iktidarın içine girdiği kısır döngünün göstergesidir.