Öztin Akgüç

Yüz iki yıl sonra

19 Mayıs 2021 Çarşamba

Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı, tarihimizin önemli kilometre taşı, Türkiye Cumhuriyeti kuruluş sürecinin başlangıcıdır. Aradan yüz iki yıl geçmesine karşın, amacı tam gerçekleştirememenin ezikliğini duyuyoruz.

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıkışının hemen ardından amaçları doğrultusunda karar önceciliğini, inisiyatifi ele almıştır. 22 Mayıs’ta “Millet yekvücut olup hâkimiyet esaslarını, Türklük duygusunu hedef ittihaz etmiştir” ana temalı raporunu yayımlamış, 28 Mayıs’ta XV. ve XX. kolordu komutanlarına “Milletin esaretten kurtuluşu, hâkim ve müstakil olarak topraklarında yaşayabilmesi ancak azimkâr ve onurlu ellerin milleti doğru yoldan müdafaa-i hukuk ve istiklale sevki ile kabil olacaktır” bildiriminde bulunmuş, 22 Haziran’da mülki ve askeri makamlara adresli “Vatanın tamamiyeti, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır” Amasya Tamimi yayımlanmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sürecini başlatması, iç ve dış çevrelerce kaygı, kuşku ile karşılanmış, onu dışlamak, ortadan kaldırmak üzere karşı önlemler alınmaya başlanmıştır. Önce dönemin Harbiye Nazırı, Mustafa Kemal Paşa’dan İstanbul’a teşrifleri rica yollu istenmiş, Amasya Tamimi’nin yayımlanması üzerine de 23 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa’nın azli, hiçbir resmi yetki ve sıfatının kalmadığı vilayetlere tebliğ edilmiş, 5 Temmuz’da İstanbul’a dönmesi emredilmiş, 8 Temmuz’da resmi memuriyetine son verildiğini bildiren padişah iradesi yayımlanmıştır. 29 Temmuz’da mülki makamlara Mustafa Kemal ile Rauf Bey’in (Orbay) derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri, 3 Eylül’de de Elazığ Valisi Ali Galip’e Mustafa Kemal’in tutuklanması, Sivas Kongresi’ne engel olunması talimatı verilmiştir.

İstanbul (hükümet ve padişah), yalnız Mustafa Kemal Paşa’nın azli, tutuklanması talimatıyla yetinmemiş, Anadolu’da başlayan hareketi bastırmak ve Kuvayı Milliye örgütlenmesine engel olmaya yönelik girişimleri de başlatmıştır. 20 Eylül’de Padişah Vahdettin, “İstanbul Hükümeti’ne yardımcı olunmasını, itidal ve sükûnetin muhafazasını” bildiren padişah iradesini yayımlamış, etkisiz kalması üzerine de din faktörü devreye sokularak 10 Nisan 1920’de şeyhülislam Dürrüzade Abdullah, Kuvayı Milliye aleyhine fetva vermiş, ardından Damat Ferit Paşa Hükümeti, “Kuvayı Milliye denilen teşekkül Anadolu’yu korkunç bir istila tehdidine hem de devletin başını gövdesinden ayırmaya sebep oluyor” savlı bildiriyi yayımlamış, 16 Nisan’da da Kuvayı Milliye’yi ortadan kaldırmak üzere Kuvayı İnzibatiye kurulmuştur. BMM’nin açılışı, Ankara Hükümeti’nin etkinliğinin artması üzerine de İstanbul’da Divanı Harp, 24 Mayıs’ta Fevzi Paşa’yı (Çakmak); 6 Haziran’da da İsmet Bey’i (İnönü) ve Milli Mücadele’ye katılanların önde gelenlerini idama mahkûm etmiştir. Alınan bu önlemler  Amasya Tamimi’nden sonra başlatılan dış destekli, din motifi ağırlıklı iç isyanlarla desteklenmiş, iç isyanlar, zafer kazanılıncaya kadar sürdürülmüştür.

İtilaf Devletleri’nden Fransa ile anlaşmaya varılmış, İtalya işgal ettiği Antalya ve Muğla dolaylarını çarpışmasız boşaltmış, İngiltere ise düşmanca davranışını, Yunanistan’ın Anadolu’yu işgalini desteklemeyi sürdürmüştür. İngiliz Yüksek Komiseri  T. De Robeck, 11 Aralık 1919’da yayımlanan raporunda, Mustafa Kemal’i başlıca düşman ilan etmiş, 7 Nisan 1920’de Damat Ferit Paşa ile görüşmesinde milliyetçileri ezmek için hükümete her türlü yardımın yapılacağı vaadinde de bulunmuştur. 6 Ağustos 1921’de de İngiltere Başbakanı Lloyd George, Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada izlenen stratejiyi, “Kemalist ayaklanmayı bastırmak için, Anadolu içlerine İngiliz askeri gönderilmediğine göre, her iki tarafı sonuna kadar vuruşturmak” olarak açıklamış, 15 Eylül 1922’de İngiliz dominyonlarını ve İtilaf Devletleri’ni Türklere karşı, boğazları müdafaada birleşmeye çağırmıştır. 16 Kasım 1922’de Padişah Vahdettin, işgal orduları başkumandanı Harrington’a yazdığı mektupla “İstanbul’da hayatını tehlikeli gördüğünü, İngiltere devlet-i fahimesine (büyüklüğüne, ululuğuna) iltica ve bir an evvel İstanbul’dan başka bir mahale nakli” talebinde bulunmuştur.

Bağımsızlık Savaşı’nda, Milli Mücadele’de ne yazık ki birlikte, tek vücut hareket edilememiştir. Bir grup, savaşa katılmak, destek bir yana, azil, cezalandırma, isyan teşviki, emperyal güçlerle işbirliğiyle, hareketi kösteklemeye çalışmıştır. Ülkede, bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği önemsemeyen, İslamı, Arap biçimi yaşam olarak algılayan, dinden dünyevi ve uhrevi çıkar beklentisi olan, ulusal kimliği öncelik taşımayan bir kitle, Milli Mücadele’yi desteklememiş, zafere de hayıflanmıştır. Amorf olarak nitelendirebileceğimiz; yaşam biçimi seküler, Batı ile iyi ilişkiler kurma isteğinde olan, ulusalcı değil, küreselleşmeci, kişisel çıkarlarını gözeten bir grup da Milli Mücadele’ye tam destek vermemiştir. Bu grup Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının hemen ardından İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kurarak Milli Mücadele sürecinde emperyal güçlerle iyi geçinmenin yollarını aramıştır. Milli Mücadele’ye karşı farklı tutumla belirginleşen toplumsal ayrışım, Cumhuriyetin ilanından sonra da siyasal ve toplumsal yaşantımızı etkilemiş, günümüzde de etkilemektedir.

19 Mayıs’ın tam bağımsızlık, üniter ulusal devlet, halkın egemenliği, Türk kimliğini geliştirme amaçlarını gerçekleştirme mücadelesi, yüz iki yıl sonra da sürmektedir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları