Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Gurbette Türkçe gülmek: Beyin Göçü
Bu yazı, 1960’lardan itibaren gurbete çalışmaya giden insanlarımızın uyum sorunlarıyla ve bugün kendi ülkelerinde uyum sorunu yaşadıkları için başka ülkelere giden ve o ülkelerde uyum sorunu çekmeyen gençlerimizle ilgili. Önce unutamadığım trajikomik bir anımı paylaşmak istiyorum.
TÜRKÇE GÜLEN ÇOCUKLAR
50’li yıllarda iş gereği bir Türk ailesi bir Avrupa ülkesine taşınmış. Ailenin küçük yaştaki oğlu okulda da sokakta da Türkçe konuşan olmadığı için çok bunalmış. Birkaç gün sonra koşarak eve girmiş ve annesine, “Anne sokakta çocuklar Türkçe gülüyorlar!” diye müjde vermiş. Bu olay çocukça bir bakış tarzı olarak da algılanabilir, ağlamanın ve gülmenin evrensel bir dil olduğu şeklinde de yorumlanabilir ya da çok bunalan bir çocuğun sıkıntısının dışa vurumu olarak da görülebilir.
GURBETÇİLERİMİZ
İlk önce Almanya’ya vasıfsız işçi göçü oldu ülkemizden. Erkekler para kazanmak için gittiler, sonra ailelerini de götürdüler. Yalnızlık çekmemek, kimliklerini, değerlerini kaybetmemek amacıyla birbirlerine yakın evlerde oturdular. Kimliklerini kaybetmediler ancak para dışında gittikleri ülkelerden çok az şey aldılar, o ülkelerin dilini, kültürünü öğrenmediler, müzelerine gitmediler. Paris’te yıllarca yaşayıp Eyfel’i görmeyenler oldu. Kapıkule’den çıkan bazı minibüslerin üzerinde tersine bağlanmış hamur tahtaları görmüşümdür. Bence bu çok güzel bir kültüre bağlılık simgesiydi ancak Türk manavın, Türk bakkalın, helal et satan Türk kasabın bulunduğu Türk sokaklarında yıllarca yaşayıp o muhteşem Avrupa kültüründen yoksun kalanlar çoktu. Bazı işçi canlarımızın, “On yıl yaşadım bu ülkede, çok şükür gâvurun dilinden tek cümle öğrenmeden dönüyorum” dediklerini duydum. Onlar böylesine içlerine kapanırken ülkemizde bazıları kucak dolusu para vererek dil öğrensinler diye çocuklarını kolejlere gönderdiler. Bu çocuklar gelecekte ekspat olacaklardı.
Çocukluğumda Almanya’ya ilk işçi akımı başladığında köylerimizde, imamlardan mülhem olarak herkesin, “Gâvurun parasını harcamak caiz değildir” dediğini hatırlıyorum. Sonra mektuplar içinde Mark’lar gelmeye başlayınca toplumun bu konudaki fikri değişti. Artık tercih etmediğimiz adlandırmayla eskiden “Alamancı, gurbetçi” denilen insanlarımızı anlatan muhteşem bir roman var, Adalet Ağaoğlu’un “Fikrimin İnce Gülü”. Bu roman günümüzdeki marka düşkünlüğünü de anlatıyor.
Sonra Avrupa’da ikinci kuşak çıktı ortaya. Ne anadilini ne o ülkelerin dilini tam bilen, iki kültür arasında sıkışıp kalan, dil sorunlarından ötürü o ülkelerin okullarında zihinsel engelli muamelesi gören çocuklar, gençlerdi bunlar. Bu grupla uzlaşmak hem anne babaları için hem de oralardaki eğitimciler için zordu. (Ülkenizde bir ergen büyütmeniz zordur, ancak bir başka ülkede ergen büyütmeniz çok daha zordur.) İkinci kuşağın sıkışmışlığını anlatan güzel kitaplar var. Bunlardan birisi Fatma Aydemir’in “Dschinns” adlı romanıdır.
ARTIK GURBETÇİLERİMİZ YOK
Ülkemiz geçen yüzyılın ikinci yarısında gelişmiş ülkelere göçmen gönderdi, onlara “gurbetçi” dendi. Artık bu yok. Bugün Türkiye’den o ülkelere yabancı dil bilen, meslek sahibi olan gençler gidiyor.
Şimdilerde Afrika’dan, Ortadoğu ve Orta Asya ülkelerinden daha iyi yaşam şartlarına ulaşmak için akın akın insanlar göç ediyor ülkemize. Bu durum Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başarısıdır. Ancak 2000’li yıllarda ülkemizin bünyesi bizim gençlerimize dar gelmeye başladı; onlar daha gelişmiş ülkelere gidiyorlar, itiliyorlar. Hani vücut bazı organlarını tanımaz, reddeder ya, sanki bunun gibi ülkemizin bünyesi de bazı gençlerimizi reddeder oldu. Üstelik bunlar eğitimli gençler. Ülkemize yoğun şekilde göçmenlerin geldiği bu dönemde ülkemiz beyin göçü vermeye başladı.
Bu gençlerimiz kendilerini “göçmen” ya da “gurbetçi” olarak değil, “ekspat (expat)” olarak tanımlıyorlar. Expatriate’in kısaltılmış şekli olan ekspat, eğitimli, dil bilen, kalifiye beyin gücü anlamında kullanılıyor. Artık dünyada göçmen ve ekspat şeklinde iki farklı kavram var. Eskiden göçmenler vardı, hâlâ var. Ancak bir de günümüzde ülkelerini terk edip gelişmiş ülkelere göç eden, göçmen olarak adlandırılmayan ekspatlar var. Dünyada da beyin göçünün öznelerine artık ekspat deniyor.
GÖÇMEN-EKSPAT FARKI
60’larda Batı’ya göçmen olarak giden işçilerimiz, ülkelerinde uyum sorunu çekmiyorlardı, en çok para sıkıntısı çekiyorlardı. Gittiler, gittikleri ülkelerde uyum sorunları yaşadılar. Bugün eğitimli gençlerimiz, biraz iş bulamamaktan ötürü, daha çok da kendi ülkelerinde uyum sorunları yaşadıkları için uzak ülkelere gidiyorlar ve orada uyum sorunu çekmiyorlar. Üzülsek mi sevinsek mi?
2020’lerde gençlerimiz, daha fazla para kazanmak için değil, 1) Kendilerini ülkelerinde güvende hissetmedikleri için, 2) Ülkelerinde gelecek görmedikleri için 3) Potansiyellerini daha iyi kullanabilmek için ve 4) Anlaşılmadıklarını düşündükleri ve kendilerine değer verilmediğini hissettikleri için gelişmiş ülkelere gitmek istiyorlar.
Çağdaş düşünen, bilgileri ezberlemek yerine sorgulayan gençlerimiz bu ülkede, en azından bazılarınca istenmediklerini düşünüyorlar. Doktorlar, yöneticilerin, “İstemeyen doktor gitsin” dediklerini işittiler. Doktorlar, 36 saat nöbet tuttuktan sonra uykusuz halde araba kullanarak evine dönmeye çalışan arkadaşları gibi trafik kazasında ölmek istemiyorlar. Doktorlar, hemşireler okumuşa değer vermemeye başlayan bir toplumda, hastaların saldırısına uğramak istemiyorlar.
Ülkemizin niçin beyin göçü verdiği konusunda üniversitelerimizde tezler yazılıyor, ancak bu tezlerde göçün temel sebebinin daha iyi koşullarda yaşamak ve çalışmak isteği olduğu belirtiliyor, gençlerin şu an ülkelerinde yaşadıkları hayal kırıklıklarına çoğunlukla değinilmiyor. (Belki de atanmış rektörlerin üniversitelerinde çalışan bu araştırmacı gençler kendileri de birer ekspat olmamak için kendilerini sansürlüyorlar.)
Ülkemiz beyin göçü vermeye yeni başlamadı, ancak son yıllarda bu göç sınır kapılarında izdihama dönüştü.
NEREDEN NEREYE?
Bir zamanlar gurbette gördükleri çocukların Türkçe güldüklerini zanneden, bu yüzden sevinen çocuklarımız vardı. Şimdilerde ise gittikleri ülkelerde ille de Türkçe işitmek zorunda olmayan, kendilerine layık yaşama koşullarına ulaştıkları için yüzleri gülen gençlerimiz var.
Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında okumak için Batı’ya gönderdiği gençlere, “Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, meşale olarak döneceksiniz” demişti. Bugün meşalelerimiz gidiyor uzaklara.
Üzülelim mi, sevinelim mi? Gözlediğim kadarıyla gittikleri ülkelerde daha iyi koşullarda yaşayan, en azından umutsuzluktan kurtulan gençlerimiz, bütün bütüne kaybettiğimiz bir kuşak değil, onların gözleri ve yürekleri hâlâ ülkelerinde. Bizler adam olduğumuz zaman, onlar ülkelerine daha çok ait olacaklardır. Yolları açık olsun.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza