Her yıl eylülün ilk haftasında, Emin Özdemir’in son günlerinde, öğrencisi Hatice Aydoğdu’nun sorularına verdiği yanıtları içeren Göğüne Sığmayan Bulut (Arkadaş Yayınları, 2016) adlı kitabını okurum.
Emin Özdemir’le, 1950’den 1 Eylül 2017’ye değin aynı yerlerde görev yaparak, yıllarca birlikte kitaplar yazarak birbirimizden hiç ayrılmadık. Onun hastalık günlerini görmek, yıllardır bana acıların en dayanılmazını yaşatıyor.
Göğüne Sığmayan Bulut’ta yazılanları okuyunca kendimi birlikte olduğumuz günlerde buluyorum.
YANITLAR
Özdemir, Aydoğdu’nun, “Coşkun bir nehir gibi akıyorsunuz, bu nehrin kaynağı nerede, akışı boyunca nerelerden besleniyor” sorusunu, erdemli kişilere özgü berrak bir bellekle açıklıyor:
“Yetişmemin kökeni, ta çocukluğuma dayanan bir olgu, bir coşku olsa gerek. O nedenle anamın ağzından, onun anlattıklarını anımsayarak anlatacağım çocukluğumu: Pek öyle sıradan bir çocukluk değil, aslında yaralı bir çocukluktu benimki. Çünkü doğduğum yıllarda -1931 yılında doğdum- Türkiye’de bir köyde doğmak aslında yaralı doğmak demekti. Çünkü o günün koşulları içerisinde, daha Cumhuriyetin getirdiği değerlerin hiçbiri köye ağmış sayılmaz.
Anamın ağzından hep kendimi dinledim, çok ilginçtir, anam çocukluğumu bana anlatırken -şimdi öteki dünyada, ışıklar içinde yatsın- nedense hep gözleri dolardı.
Gözleri doluşunun art alanında da o gün çektiğimiz çileler, acılar, sıkıntılar yatardı.
YARALI ÇOCUKLUK
Onun için, benim çocukluğum yaralı bir çocukluk, acılı bir çocukluk, sıkıntılı bir çocukluk bir bakıma. Ben, bir defa istenmeden dünyaya getirilmiş bir çocuğum. Çünkü çok çocuklu bir ailenin çocuğuyum, anam doğurmak istemiyor. İstemediği için de o günkü ilkel koşullarla beni düşürmek için başvurmadığı yol kalmıyor. Örneğin, bizde loğ derler, damların ağırlığı olur, onu kaldırıyor, yükseklerden atlıyor. Bir köy kadınının çocuğunu zayi etmek, düşürmek için başvuracağı yollar neyse hepsine başvuruyor.
Ama demek ki bende bir inatçı yön var, düşmüyorum, kalıyorum.
Anam durmadan anlatıyor: ‘Sen dünyaya geldiğin zaman saracak bez yok, bir hazırlığımız da yok, ağabeyinin gömleğini yırtıp seni ona doladılar.’
Böylesine bir yoksulluğun içine dünyaya geliyorum. Böylesine bir yoksulluğun içine dünyaya gelen ve doğum sancıları da tarlada başlayan bir çocukluğun normal başlamadığını söylemek gerek.
İşte böyle başlayan bir çocukluk...”
‘TÜRKÇENİN BÜYÜK USTASI’
3 Mayıs 2017’de Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (ÇOGEM) düzenlediği “Türkçenin Büyük Ustası: Emin Özdemir” açıkoturumunun başkanlığını Adnan Binyazar yaptı. Dostları Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, Prof. Dr. Ruşen Keleş ve Prof. Dr. Sedat Sever gibi Türk diline önemli katkılar sunan isimlerin Özdemir’i anlattığı açıkoturumda, onu konu edinen “Yaşam Ustaları” adlı belgesel gösterim de yer aldı.
Yüzlerce kişinin bir araya geldiği o toplantıda söze Özdemir de katıldı:
“Ne zaman Adnan Binyazar adı geçse hemen arkasından benim adım geliyor. Biz tıpkı kâğıdın iki yüzü gibi birbirimizden ayrılmayız, 62-63 yıl oldu. Böyle sürüp gidiyor bu” dedi.
Konuşmasında üniversite sınavları ile ilgili çalışmalarda emeklerinin olduğuna değinen Özdemir, “sözel” sözcüğünü kendisinin bulduğunu, Anadolu’da göze seslenene “gözel” dendiğini, onu örnekseyerek “sözel” dediklerine değindi. “Seçenek” kelimesini de bir gece süren uzun bir toplantının sonucunda Türkçeye kazandırdıklarını dile getiren Özdemir, “Türkçe eylem asıllı bir dil, bizim dilimiz dillerin en güzelidir” diyerek sözünü bağladı.
İşte insan! Sonsuzluk yoluna çıkarken bile dilimize katkılarından söz ediyor.