İnsan olmanın ölçüsü düşünebilmektir, duyumsama güdüsüdür. Kendimizi düşünmeye zorlayamayız. Düşünme bellekte, düşünsel oluşum kendiliğinden doğar. Düşünmenin oluşumunda bilgi kaynaklarımızı beslemek yatar. O da okuyarak, sanatsal alanlardan beslenerek gerçekleşir.
José Saramago, bir yazısında düşünmeyi kafamızın içinde kendi etrafında dönen bir yumağa benzeterek dönen yumağın kimi yerde gevşek, kimi yerde sıkı olduğunu söylüyor. Onunla kalmıyor Saramago, düşünsel oluşumun tanımını da yapıyor:
“Düşünce gölgeye benzer, kendi başına iyi ya da kötü olduğu bilinmez, düşünenin yapıp ettiklerine bakmalı.”
ALBERT EİNSTEİN
Einstein da sözü dolaştırmıyor. Düşünceyi bilim mantığı doğrultusunda insanda var olan canlı örneklerle pekiştirerek tanımlıyor:
“Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa o değersiz bir yaratıktır. Kendisine yalnızca bir omurilik yetebileceği halde, her nasılsa yanlışlıkla bir beyni de olmuştur. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir” diyerek düşünsel eksikliğin nereden doğduğunu yaşamın içinden seçiyor: “Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten; tüm bunlardan nasıl nefret ediyorum. Ben savaşı öylesine tiksinti verici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi parçalayıp yok ederim daha iyi. Benim anlayışıma göre, sıradan bir cinayet, savaşta adam öldürmekten daha kötü değildir.”
Uluslarası ilişkiler bunun örnekleriyle dolu. Güçlüden buyruk almadan kahramanca davranan insan azdır. Kahraman diye ortaya dökülenlerin çoğunun tutumu göstermeliktir. Oysa erdemli kişiler, buyruğu dışarıdan beklemez, eylemini düşüncesinin süzgecinden geçirerek buyruğu vicdanından alır.
20. yüzyılın düşünürü Einstein, nice yapay kahramanla karşılaşmış olmalı ki o tür kişilerden, bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten nefret ediyor. İsrail’in başbakanı, o tür kahramanlardan olmalı ki daha gözünü dünyaya açmamış çocukların üstüne kurşunlar, bombalar yağdırarak dünyayı ölüm beşiği yapıyor onlara.
WİLLİAM SHAKESPEARE
Einstein’ın eleştirel bir mantıkla söylediği sözlerini kavramaya çalışırken, Shakespeare’in birbirini tamamlayan yaratıcı buluşuyla söylediği sorulu-yanıtlı söylemi geldi aklıma:
“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor/ Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için./ Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için./ Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için./ Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için./ Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için./ Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için./ Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.”
SÖZÜN SONU
Düşünmek insanın en büyük gücüdür. Bu gerçeğin sırrına hemen her alanda ancak Shakespeare gibi bilinçli düşünen erdemli insanlar eriyor. Bu sözlerde olumluluğun, olumsuzluğu çağrıştırdığı gerçeğine de değinmiş oluyor.
Shakespeare’in ayrıca buraya aktardığım bu şiirimsi söylemiyle olumluyla olumsuzu birbiriyle kaynaştırarak düşünsel oluşumu sağlıyor. Söyleminde bu silsileyi de görüyoruz:
Kaybetmek-sevmek, sevilmek-sevilmeye layık görmemek, düşünmek-eleştirilmek, duyumsamak-reddedilmek, yaşlanmak-gençlik, ölmekten korkmak-yaşamayı bilmemek...