AKP (ve Erdoğan’ın) Kıbrıs politikası kimleri sevindiriyor?

27 Temmuz 2021 Salı

Erdoğan’ın 20 Temmuz 2021 kutlamaları çerçevesinde KKTC’ye yaptığı ziyarette yapılan açıklamalar ve fiilen uygulanan “protokol” ne anlam taşıyor?

Daha doğrusu, “Kimleri sevindirdi” sorusuna yanıttan başlamak uygun olur. Bu ziyaretin, Kıbrıs Rum yönetimini ve Yunanistan’ı çok mutlu ettiğine kesinlikle inanıyorum: Atina’dan ve Lefkoşa’dan Rumlar olarak bakıyorsunuz: karşınızdaki Türkiye ve KKTC nasıl bir resim sergiliyor:

- Tek adam rejiminin bir numarası, eski Türk hükümetlerinden, başbakanlarından, cumhurbaşkanlarından çok farklı bir görüntü sergiliyor. İktidar, muhalefeti boş vermiş: bölünmüş bir Türkiye ile karşı karşıyasınız, oh ne güzel. Artık düşmanınız, Ankara’dan TBMM kararları olmadan, tek adam rejiminin bireysel iradesi ile karşınıza oturuyor. Çoğunluğunu oluşturan muhalefeti defterden silmiş: zayıflamış bir ülke olarak karşınıza geliyor.

- KKTC’yi, Kıbrıs Türk toplumuna çok uzun yıllar önderlik etmiş, Rum baskısına ve emperyalizme karşı başarıyla savaşmış Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş gibi efsane liderleri öne çıkarmaktan çekiniyor: arkasına TBMM’yi de alarak Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başaran Ecevit’i adeta görmezlikten geliyor.

- KKTC’de Türk toplumu içinde birleştirici ve bütünleştirici bir misyon üslenmesi gerekirken tersini yapıyor. Türkler arasında kutuplaşmayı derinleştirecek bir çizgi izliyor. Ve bu yanlışlarla, Rumların da hoşuna giden “federasyon fikrini destekleyen” Akıncı’nın eline bir kart uzatıyor: Akıncı’nın, zehir zemberek bir karşı çıkış yapmasının “altyapısını hazırlıyor”. Yani Akıncı da çok memnun, golü atıyor.

Ziyaretin ironik yanı da bu zaten: Atina ve Rumlar memnun. İnönü, Demirel ve Ecevit gibi, “arkasına TBMM’yi ve Türkiye’yi alan” bir rakip yok. Federasyon isteyip Türkiye’yi saf dışı etmeyi amaçlayanlar: KKTC’nin bağımsızlığını istemeyenler çok memnun. Ankara’daki tek adam rejiminden KKTC’deki bu odaklar da memnun.

Erdoğan’ın Lefkoşa’daki Cumhurbaşkanlığı sarayını, “bina olarak kötülemesi” beni çok rahatsız etti. Binalar ve mekânlar, “içinde taşıdıkları ruh ve fikir ile mükemmellik kazanırlar”. Lefkoşa’daki o sade binadan bir KKTC çıkmıştır: Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş’ın fikir ve tartışmaları ile o sade binanın duvarları altın harflerle örülmüştür: onu saray yapan, o fikirlerin o mekânda üretilip bağımsız bir Kıbrıs Türk toplumunun oluşmasıdır. İçi boş olduktan sonra binanın tuğlaları altından olsa ne yazar ki.

O mütevazı binaya ben de 1975’ten beri defalarca gittim. Hatta 1996’da mütevazı bahçesine, İstanbul’daki Çukurcuma’dan tedarik ettirdiğim bir eski Türk çeşmesinin de konmasını sağladım, açılışını Denktaş’la birlikte yaptık. (*) Şimdi o “sarayın” bahçesinde duruyor.

Hatay’da ilk kilise olduğu söylenen, çok basit bir oyma yapı vardır. Oranın değerini “teknik inşaat yapısı” değil, ifade ettiği anlam belirler. İşte Lefkoşa’daki sade saray da fikirlerde, kafalarda, gönüllerde yer etmiş bir halk sarayıdır: içinde altın kaplamalı kurnaların bulunmaması, onun değerini daha da yüceltir. Hoca Nasreddin, “Ye kürküm ye...” dememiş miydi...

Fikirlerdeki ve gönüllerdeki sarayları yok edip, her şeyi tersyüz etmek isteyenler, işleri tuğla kiremit hesabı ile “piyasa değeri” ile hesaplarlar.

AKP iktidarı döneminde Türkiye’de oluşturulan “fikri, manevi ve kültürel değerlerden koparak işi betonlaşma ve halktan kopma hesapları üzerine oturtanlar” sadece mekânları değil, kafaları da aynı kalıba sıkıştırmaya başlamışlardır. Demokrasiden uzaklaşmaya, giderek halktan kopmaya başladığınızda geleceğiniz nokta budur: çağdışı, demokrasi dışı, uygarlık dışı bir betonlaşmaya saplanıp kalırsınız. İşte bu nokta, vahşi kapitalizm ile siyasal İslamın buluştuğu istasyondur. 

Ve sonuç: Erdoğan’ın KKTC ziyaretinden Atina da, Rumlar da, federasyoncular da, ABD de, Avrupa da çok memnun, çünkü pazarlık güçleri arttı, meydanı boş bulmaya başladılar.

Yıllardır yazdım ve söyledim: Türkiye’den koparılmış bir Kıbrıs (ve Kıbrıs Türkü) iki sonuç doğurur:

* Kıbrıs Türkleri, “Batı Trakya’daki Türklerin” durumuna düşer,

* Türkiye’nin Akdeniz’e çıkış yolu her boyutu ile kapanır.

---------------------------------------------------

(*) Saraydaki çeşmenin hikâyesi, “Denktaş’ın Öbür Yüzü” kitabımda anlatıldı. Kırmızı Kedi, 2011. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları