Karadeniz, Doğu Akdeniz, Körfez üçgeni

15 Mart 2022 Salı

Şeytan ya da refah üçgeni arasında gidip gelen bir bölge: Türkiye de tam ortasında. Karadeniz’in de Doğu Akdeniz’in de Ortadoğu’nun da geçiş kapısı. Üç uygarlığın, savaş alanının ya da ekonomik refahın yolu.

Ve aynı zamanda dinlerin, petrolün, doğalgazın ve ticari malların vazgeçilmez kapısı. Dinciler de petrolcüler de göçmenler de bu şeytan üçgeninde karşı karşıya gelmişler ve hâlâ da gelmekteler.

Başlangıcında kısmen Osmanlı devletinin sınırdaşı bölge, imparatorluk kavgalarından ekonomik çatışmalara, dini ve mezhepçi çatışmalardan kültürel zıtlıklara bir “karşıtlıklar panoramasıdır”.

- Ayasofya’nın son açılışındaki Arabi ve ulusal zıtlıklar arasındaki ironi

- Kiev’deki yerel ve “Moskovacı” çatışmalara kadar antidemokratik oluşumlar ve zıtlaşmalar şeytan üçgeninin bitmeyen kavgalarının göstergeleridir.

Karadeniz, Doğu Akdeniz, Körfez üçgeninde, son yüzyıl içinde çağdaş, uygar, halkçı ve antiemperyalist tek başkaldırıyı başarı ile sonlandırabilen değişim ve dönüşüm, Atatürk’ün devrimlerinin Türkiye Cumhuriyeti olmuştur.

- Çağdaş ve uygar eğitim devriminden kadın-erkek eşitliğine,

- Köy Enstitülerinden sentezci bir uygarlığa: zeybek de tango da birlikte bunun sembolü olmuşlardır.

- Atatürk’ün Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Ortadoğu’da işbirliği girişimlerine,

- SSCB ile de Avrupa ile de “ortak çıkarlara dayalı anlaşma ve uygulamalara”,

- “Yurtta barış, dünyada barış” felsefesini, o günlerin kıyamet ortamında bile ısrarla dayatmasına kadar bu coğrafyada tek örnek olarak bir güneş gibi doğmuştur.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi de bölge barışı için, Atatürk’ün öngörülerinin bir sonucu olmuştur. Bugün, Montrö’yü sulandırmak isteyenlerden Ukrayna ve çevresini bulandırmak isteyenlere kadar, yürüyen bir dinozorlar savaşı sürüyor.

Bizde ise kimileri, İstanbul kanalı üzerinden Arapları bölgeye almaya çalışıyorlar.

Ateşe benzin dökercesine...

Ankara bugün bu üçgen içinde adeta bocalamaktadır. Bunun nedeni tek adam rejiminin egemen olmasının ulusal çıkarlarla bağdaşmamasından kaynaklanmaktadır. Yarın rejim tekrar tek adam rejiminden kurtarıldığında ve gerçek demokrasiye geçildiğinde Türkiye tekrar Atatürk döneminde olduğu gibi, karşılıklı çıkarların korunduğu bir yapıya dönüşecektir.

Büyük olanaklar bulunmasına rağmen rejimin zaafları yüzünden bu olanaklar değerlendirilememektedir. Belki de dünyanın en kritik coğrafyasında bulunan ülkemizin bu olanakları değerlendirmesi sonucu ulusal, siyasi, iktisadi ve kültürel olanaklarımız değerlendirilebilecektir.

Önümüzdeki seçimler bu yolda son kapı niteliğini taşımaktadır.

Türkiye’de muhalefetin bu son şansı kullanıp kullanamayacağını seçimler sonucunda anlamış olacağız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları