Öz değerlerden Amerikancılığa ve nihayet siyasal İslama

22 Şubat 2022 Salı

Türkiye, antiemperyalist çizgide Kurtuluş Savaşı’nı kazandı ve Cumhuriyeti kurdu. Bu coğrafyadaki ilk bağımsızlık hareketiydi ve Hindistan’dan Küba’ya kadar örnek oldu.

Atatürk devrimleri Doğu ile Batı’nın bir senteziydi. Bir yanda çağdaş Avrupa’nın bugüne kadar geliştirdiği uygarlık değerlerini kapsarken öte yandan Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve siyasi desteğini de arkasına aldı.

İktisadi olarak sanayi tesislerinden gıdaya kadar Sovyetler’i ihmal etmezken öte yandan İngiltere, Almanya ve Fransa’dan da yararlandı. Bu denge unsuru Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk devrimlerinin özünü oluşturmuştur.

Atatürk bir yandan Anadolu, bölge ve Asya kültürünü ihmal etmezken öte yandan Avrupa’nın hukuktan sanata tüm ulaştığı değerleri esas aldı.

Ancak 1930’ların sonuna doğru Atatürk’ün vefatından sonra köy ağalarının ve dinci çevrelerin dürtüsü ile Amerikancı ve NATO’cu bir kimlik benimsendi. Hatta Türkiye NATO’ya girmek için Kore’ye asker göndermek zaafında bile bulundu.

NATO’cu yaklaşım ve dinci çevrelerin öne çıkması Türkiye’nin Soğuk Savaş koşullarına dahil olmasına yol açtı. Bir anlamda Türkiye, Soğuk Savaş’ın kurbanı oldu ve topraklarımızda kontrol bile edemediğimiz nükleer silahların yerleştirilmesine yol açtı.

Ve Demokrat Parti dönemi Amerikancı bir çizgide yürüdü gitti. Hollywood filmlerinden müziğe, eğitimden Sana yağına bir kültürün yerleşmesine yol açtı. Bu aslında 12 Eylül sonrası siyasal İslamcı gelişmelerin de tetikçisiydi. Komünizmle mücadele derneklerinin açılmasından Köy Enstitülerinin kapatılmasına kadar bir dizi uygulama bu dönemin karakteri oldu. Tarikatların ve cemaatlerin gelişerek sisteme dahil edilmesi başlıca önemli gelişmelerdi. Toprak ağalarından köy ağalarına cenahın palazlanması önemli bir göstergeydi. Siyasal İslam-emperyalizm işbirliği temelleri atılıyordu: Muhafazakâr ve dinci çevrelerin siyasal sisteme dahil olmaları bu dönemin tipik karakteriydi. 

61 Anayasası bir anlamda Cumhuriyet ilkelerine yeniden dönüşü sağladı. Böylelikle dinci ve emperyalist gelişmelere karşı demokrasiyi savunan cephe boy gösteriyordu. Devlet Planlama Teşkilatı’nın kuruluşundan İnönü ve Ecevit’in başbakan oluşlarına kadar demokratik gelişmeler bu sürecin özünü oluşturdu. 

Amerikano”dan sonra ulusalcılık ve demokrasi yeniden ön plana çıkıyordu. Bu oluşum Amerikancı ve “Batıcı” gidişe bir tepkiydi. Ancak içimizdeki “Batıcılar” yeniden harekete geçtiler ve dinciler ile işbirliğine giriştiler. Neoliberal-muhafazakâr işbirliği karşıt görüşlerine rağmen birleştiler. 

Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti en başlangıçtaki öz değerlerinden tekrar “Batıcı ve Amerikancı” işbirliğine döndü. 

Ukrayna’daki oluşumlar ilginç bir biçimde aynen 2011’deki gibi Suriye politikasının bir başlangıcı olma niteliğini göstermektedir. Ankara, Batı ile Doğu arasında yeniden sıkıştırılmış durumdadır.

Öz değerlerden ve Cumhuriyetin oluşumundan uzaklaşmaya başlayınca işin bu noktalara gelmesi doğaldı. Sorun, Türkiye’nin “biz” ve kendimiz olma çelişkilerinde yatmaktadır. 

Atatürk devrimleri başlangıçta tek akılcı çizgi durumundaydı. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları