Dahili ve harici bedhahlar

21 Mart 2021 Pazar

17 Temmuz 1915 tarihli Fransız Le Flambeau (meşale) dergisinin kapağında İstanbul silueti vardı. Savaş şubat ayında başlamış, Britanya Birleşik Krallık ve Fransa Cumhuriyeti zırhlılarından oluşan mağrur düşman donanması Çanakkale’nin kolay geçilmeyeceğini anlamış, ama boğazı aşıp asıl erek, İstanbul Boğazı’na demirlemek umudunu yitirmemişlerdi. Üç sayfalık baş makale, Alacağımız Şehir başlığıyla Claude Farrère imzasını taşıyordu:

“Almanya, İttihat ve Terakki’yi sadece Rusya ile savaşacaklarına inandırmıştı. Türkler, saldırıda Almanya’nın oynadığı sinsi rolü, Çanakkale Boğazı’nda İttifak Devletleri donanmasının muazzam kütlesini görünce anladı. Çar’ın mavi haçlı Aziz Andreas bayrağını gözledikleri ufukta, İngilizlerin Aziz George haçı ve Fransız Cumhuriyeti’nin üç rengi dalgalanıyordu. 

Bahtsız Türkler, acımasızca aldatılmışlardı. 

Eğer ittifak donanması komutanı Türklerin geldiği oyunu bilseydi, ülkeyi daha yakından tanısa ve zırhlıları bekletmeden savaş alanına sürseydi; Almanlar boğazı mayınla döşeyecek zamanı bulamaz ve Bouvet, Triomphe, Majestic* ile daha nice müttefik savaş gemisi Çanakkale sularına gömülmez, Konstantinopolis de bugün alacağımız şehir değil, aldığımız şehir olurdu.”

BEDHAHLIKTAN MUHİPLİĞE

Claude Farrère, deniz subayı iken yazdığı kitaplarla ünlenmiş bir edebiyatçıydı. 1903’te kendisi gibi deniz subayı yazar Pierre Loti’nin komuta ettiği Fransız torpidosu Vautour ile geldiği İstanbul’da iki yıl kalmış, komutanı ve idolü Pierre Loti’yle birlikte Türklere büyük sevgi besliyordu. Tabii ki Fransız milliyetçisi olarak İstanbul’u almak istiyordu. Ama yukarıda kısacık son bölümünü okuduğunuz yazının tamamı, İstanbul’a ve Türklere olan hayranlığıyla doluydu. 

1905’te Uygarlar adlı romanıyla Goncourt Edebiyat Ödülü’nü kazanan yazar, 1917’de ordudan ayrıldı ve İstiklal Savaşı sırasında kendi hükümetine karşı Türkiye’yi savundu. Milli Mücadele’nin Avrupa’da duyulmasında önemli rol oynadı. 1922’de İstanbul’a geldi, görüşmek istediği Atatürk’le İzmit’te buluştu, Büyük Taarruz öncesi Adapazarı’na kadar ona eşlik etti ve Fransa’nın savaştan çekilip Türkiye ile barış imzalamasında büyük emeği geçti.

Atatürk’ün kendisine teşekkürüne, “Ben sizi müdafaa etmekle ancak hak ve hakikati müdafaa etmiş olduğum için minnettarlığa hak kazanmış ve bu vazifeye ilelebet devam edeceğim. Yaşasın Türkiye, yaşasın Mustafa Kemal!” sözleriyle karşılık veren yazarın adı, bugün İstanbul’daki Klodfarer Caddesi’nde yaşatılıyor.

Bu vefadır ve vefa, hak edenlere ırk, renk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı yapmaksızın değer veren bir yüce insanlık duygusudur. 

MÜSLÜMAN DEĞİL DİYE MEZARI YOK EDİLEN ŞEHİT

Geçen yıl Çanakkale’deki savaş sürecine ilişkin 23 Ağustos 2020 tarihli Künye başlıklı yazım yayımlandığı gün, kadim okurum Op. Dr. Cengiz Kara’dan aldığım e-postayı, bugüne saklamıştım:

Sevgili Yazarım,

Çalışmalarınızı, konuşmalarınızı ilgiyle ve beğeniyle izleyen, okumaya yazmaya meraklı, Çanakkale’de yaşayan bir beyin ve sinir cerrahisi uzmanıyım. Size yıllar içinde çokça yazdım, birçok okurunuz arasından hatırlar mısınız, bilmem. 

Buraları dünya gözüyle ilk kez 1987’de çiçeği burnunda bir hekimken gördüm. Tarihi yarımadada 57. Alay Şehitliği’ni gezerken bir kabir taşı dikkatimi çekti:

ALEKSİ VASİLYU

Tabip Yüzbaşı

İstanbul

... 1880/ ...Ağustos 1915

Doğum ve ölüm tarihini gün olarak hatırlayamıyorum ama 35 yaşında şehit düşüp bu topraklara karışmıştı. Etkilendim, duygulandım. Yıllar içinde Yarımada’yı ziyaret ederken hep meslektaşım Aleksi’ye de uğradım.

Aradan zaman geçti ve beş yıl önce Çanakkale’ye yerleştim. İlk fırsatta oğlumu yanıma alıp Aleksi’yi ziyarete gittiğimde, güncel tabirle “şoke oldum”. Meslektaşım yoktu yerinde. Saatlerce dört döndüm kabristanda. Mezarı ortadan kaldırmışlardı. 

Hikâye aslında daha uzun ama zamanınızı almamak için özetliyorum: Genelkurmay’a yazdım, aradım, soruşturdum ama nafile. Ne kadar büyük bir vefasızlık, değerbilmezliktir bu yapılan... 

Eğer Aleksi Vasilyu hakkında ciddi bilgilere ulaşırsam bulduklarımı yazıya dökmeyi hayal ediyorum ama ne yazık ki çok umutlu değilim bu konuda. Bugünkü Künye yazınız da umudumu yeşertmiş değil, doğal olarak. Ama böylesi bir duyarlılığa sahip olan sizinle paylaşmadan edemedim duyup düşündüklerimi.

Sevgi ve saygılarımla,

Cengiz Kara

İŞTE VEFASIZLIK, NANKÖRLÜK, HATTA NADANLIK!

106 yıl önce Çanakkale’yi savunan Türk ordusunda harici bedhahlarla savaşırken şehit düşen bir askeri doktorun adını ve mezarını Rum asıllı diye ortadan kaldıran zihniyet; halkı “Ne mutlu Türküm” yerine “Elhamdülillah Sünni Müslümanım” demeye zorlayan dahili bedhahların zihniyetidir.

O dahili bedhahlar ki yalancı, çıkarına çalışkan, ilkesiz oldukları, küçükleri cinsel ve tinsel anlamda sömürdükleri, kadınları insandan saymadıkları, yaşlıları da yük ve hakir gördükleri için yurttaş milletini değil, biat ümmetini çok sevmektedirler. Varlıkları, yolsuzluğa armağan olsundur. Ülküleri, ülkeyi soymak ve ortaçağ cehaletine geri döndürmektir. 

Ve harici bedhahlara yenilmeyen Türkiye, dahili bedhahlarına yenilecek olursa, tarihten de siyasal coğrafyadan da silinecektir. 

*Fransa ve Britanya savaş gemileri



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kızgın Boğa 21 Nisan 2024
Kıyamete hazırlık 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları