Osmanlı’dan Osmancık’a
Mine G. Kırıkkanat
Son Köşe Yazıları

Osmanlı’dan Osmancık’a

18.05.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Türkiye’nin müzelerini gezmeye başladığım 1970’li yılların başında, Yunan ve Roma döneminden günümüze kalan erkek heykellerindeki sistematik bir eksiklik dikkatimi çekerdi. Hasarsız yontuların bile cinsel organı kırılmış olurdu. El, kol, burun, bacak, ayak gibi dışarlak uzuvları tastamam dururken niçin o parçanın kırıldığını doğrusu merak ederdim.

1980’li yıllarda, bu heykellerden bazıları kırılmış organlarına kavuştuğunda; merakım şaşkınlığa dönüştü. Adamın en küçük parçası bunca yüzyıl sonra nerede, nasıl bulunup da yerine yapıştırılmış olabilirdi?

Sizin de başınıza gelmiştir: Kimi soruların yanıtları yıllar sonra bir raslantıyla karşınıza çıkıyor.

Benim karşıma da 1998 yılında, Dr. Gudrun Eussner kimliğiyle çıktı.

Paris’te dış muhabir ve köşe yazarıydım. Yorucu bir günün sonunda girdiğim barın “teneke” diye anılan tezgâhına tünemiştim ki yanıma ilk bakışta çirkin ama enerjisiyle ışık saçan bir kadın gelip oturdu ve konuşmaya başladık.

AYNI SOKAKTAN AYNI BARA

Dr. Gudrun Eussner, Alman bir arkeologdu. Sevdalısı olduğu Paris’e yerleşmek için Berlin’deki akademik görevinden emekli olmayı bekliyordu. Benim Türk olduğumu duyunca, bir şaşkınlık çığlığı attı. Kusursuz konuştuğu Fransızca dışında tabii ki İngilizce ama Türkçe ve Farsça da biliyordu. Hacı Bektaşi Veli uzmanıydı. Mevlana’yı da Almancaya çevirmişti.

Daha da ilginci, Topkapı Sarayı’nın Harem bölümünde 1976’dan 1980’e kadar süren arkeoloji çalışmalarına katılmış; İstanbul’da benim oturduğum sokakta yaşamıştı.

Zaman zaman eğlenmeyi seven şans tanrısı, Dr. Gudrun Eussner’i o gece yıllardır sırrını çözemediğim mermer heykel uzuvlarının niçin ve nasıl kırıldığını nihayet öğrenmem için göndermiş gibiydi!

MEŞE SANDIKTAKİ MERMER HAZİNE

Topkapı Sarayı, Sarayburnu’ndaki Bizans Akropolü üzerine kurulmuş olduğundan üstünde Osmanlı, altında antik Roma kalıntıları barındıran bir tarih hazinesidir. Dolayısıyla Saray’ın yerleşkesinde 1924’ten beri dönem dönem arkeolojik kazılar yapılır, her kazıda yeni buluntulara ulaşılır.

Gudrun anlatıyordu:

Yıllar önce Alman ve Türk arkeologlar, Topkapı Sarayı’nın mahzenlerinde yüzyıllara meydan okumuş, meşe ağacından devasa bir sandık bulmuşlar; ağır mı ağır hazneyi zar zor açabildiklerinde dillerini yutmuşlardı.

Kilidi parçalanmış, kapağı gövdeye yapışmış sandığın içine eski Yunan ve Roma heykellerinden itinayla kırılıp kopartılan “mermer erkeklik uzuvları” istiflenmişti. Osmanlı, ayıp diye heykelleri kökten sünnet etmiş ancak sanata ve tarihe saygılı memurlar, mermer uzuvları atmayıp bir sandıkta biriktirmişti. Belki çetelesini de tutmuştu. Ama tirşe ya da kâğıt çetele yüzyıllara herhalde dayanamamış, yok olmuştu.

ARANAN BULUNUR, BULUNAN ÇALINIR

Sandığın keşfini izleyen aylar, arkeologlar için gerçekten eğlenceliydi. Her biri çantasına beşer onar mermer uzuv koyup Anadolu’ya dağılmışlardı.

Tüm antik sitleri dolaşıyorlar, “Galiba bu. Yok büyük geldi, yok küçük geldi” diye ölçe biçe, kopartılan uzuvların sahiplerini arıyorlardı. Bulduklarında, önce ankesörlü telefonla İstanbul’u arayıp neredeki Apollon, hangi Zeus, Herkül falan uzvuna kavuştuysa onu muştuluyor; ardından yetkili mercilerin izniyle yapıştırma işlemine geçiliyordu.

İlk bakışta hoş, güldüren bu tarihçeyi, CHP’li milletvekili Mühip Kanko Meclis kürsüsünden Ankara’daki Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden 250 milyon dolar maddi değer biçilen 302 tablonun kaybolduğunu açıklayınca anımsadım.

Mühip Kanko, “Devletin gözü önünde müzeler soyuluyor” diyordu ve haklıydı.

SİSTEMATİK TALAN

Salt başkent Ankara’daki değil, “devlet koruması” altındaki müzeler de soyuluyor. Mimar Sinan Üniversitesi’nde 404 eser kayıp. Zeugma Müzesi’nde iki haneli milyon dolar değerindeki 10 eser, Batman Müzesi’nde yine iki haneli milyon dolarlık altın sikkeler kayıp...

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, bu sistematik soygunlar konusunda sessiz. Yani devlet sessiz. Neden?

Nedenini bilemem elbet. Ama devlet nereden nereye gelmiş derseniz, o belli.

İslama aykırı heykellerden kopardığı mermer uzuvları bile saklayan Osmanlı’dan yola çıkıp İslam diye diye milli servetini bile koruyamayan Osmancık’a varmışız.

Yazarın Son Yazıları

Doğal cennetten parasal cinnete: Türkiye

Jeolojik olarak yaklaşık 300 milyon yıl önce oluşan ve şairin dediği gibi Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan Anadolu, birçok ilkleri barındıran bir coğrafya olmasının yanı sıra çok çeşitli bitki ve hayvana da ev sahipliği yapar.

Devamını Oku
08.06.2025
Yalan patolojik, savaş psikolojik (2)

Dünyada halen “iftira yoluyla algı operatörlüğü” yapan pek çok hükümet ve istihbarat kurumu, Edgar Hoover’ın yasadışı COINTELPRO yöntemlerini izliyor.

Devamını Oku
01.06.2025
Yalan patalojik, savaş psikolojik

İster muktedir olsun ister muhalif, tüm politikacıların yalan söylemesine dünya halkları da alışıktır, biz de epeyce idmanlıyız.

Devamını Oku
25.05.2025
Konuşmayan bizden değildir

Savaşmak için toplanıp savaşmaya koşullanan ama küçük muharebelerle yetinip topyekûn saldırıya geçemeyen tüm ordular gibi, vatanla ada karışımı “vadan” kıyılarında pinekleyen Mikron ordusuna da sıkıntı çökmüştü.

Devamını Oku
24.05.2025
Osmanlı’dan Osmancık’a

Türkiye’nin müzelerini gezmeye başladığım 1970’li yılların başında, Yunan ve Roma döneminden günümüze kalan erkek heykellerindeki sistematik bir eksiklik dikkatimi çekerdi.

Devamını Oku
18.05.2025
Ölen ölür, kalan yatar

Aylardır teyakkuz halindeki Mikron ve Yutan orduları ada sahillerinde pineklerden; dağına taşına kireçle “Vadana canım feda” yazdıkları vatan ile ada karışımı topraklarda, insanlar eceliyle ölmeyi sürdürüyordu.

Devamını Oku
17.05.2025