Türkiye bir kez daha tarihin o kritik eşiğinde duruyor. Bu kez mesele yalnızca birkaç insanın yargılanması değildir, bu kez sorgulanan, bir ülkenin vicdanıdır. İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, gazeteci Merdan Yanardağ ve siyaset danışmanı Necati Özkan’a yöneltilen “casusluk” suçlamaları, artık yalnızca hukukla değil, akılla, ahlakla ve gerçekle de bağdaşmayan bir noktaya taşınmıştır.
Her toplumun tarihinde bazı anlar vardır, hukukun maskesinin düştüğü, yargının kılıcının adalet için değil, korku üretmek için sallandığı o karanlık anlar. Biz bu anları tanıyoruz. Ergenekon ve Balyoz davalarında gördük; masumiyetin nasıl suç haline getirildiğini, sahte tanıkların nasıl “devletin tanıkları”na dönüştüğünü hatırlıyoruz. Şimdi benzer bir oyun yeniden sahneleniyor. İsimler değişti, yöntem aynı: Susturmak, itibarsızlaştırmak, yalnızlaştırmak.
Ekrem İmamoğlu bu ülkenin son yıllardaki en çalışkan, en halkçı, en umut veren siyasetçilerinden biridir. Onun suçu, İstanbul halkının sevgisini kazanmak, iktidarın konfor alanını sarsmak ve milyonlara “Başka bir Türkiye mümkün” dedirtmektir. Merdan Yanardağ’ın suçu ise gerçeği yazmaktır. Gerçeği dile getiren her kalem gibi o da hedef alınmıştır çünkü gerçeği söyleyen, yalan düzeninin en büyük düşmanıdır. Ve şimdi bu insanlara “casusluk” gibi akıl dışı bir suçlama yöneltiliyor. Casusluk… Yani devlete ihanet. Oysa bu insanlar, tam tersine, bu ülkeye en çok sadakat göstermiş insanlardır. Onların suçu, devlete değil, korkuya ihanet etmektir.
Bu dava, bir hukuk dosyası değil; bir rejim sınavıdır. Çünkü bu ülkede artık adaletin terazisi değil, siyasetin terazisi işlemektedir. Savcılar kanıt yerine kanaatle hareket eder, hakimler vicdan yerine talimatla karar verirse, orada adalet ölür. Ve adaletin öldüğü yerde artık suçlu değil, kurban aranır.
BİR KORKU ÜLKESİ YARATMAK
Bugün yaşananlar, bireysel trajedilerin ötesindedir. Bu bir toplumun kolektif belleğine işlenecek yeni bir yara, yeni bir utançtır. Çünkü bir ülke, kendi aydınlarını, kendi belediye başkanlarını, kendi gazetecilerini “hain” ilan ettiğinde, aslında kendi geleceğini mahkûm eder. Bu yüzden mesele İmamoğlu’nun, Yanardağ’ın ya da Özkan’ın şahsi kaderi değildir. Bu, Türkiye’nin demokratik onur meselesidir. Bu dava, bir ülkenin kendisiyle yüzleşme davasıdır. Ve eğer bu ülke bir gün yeniden nefes almak istiyorsa, önce kendi yargı mekanizmasındaki zincirleri kırmalıdır.
Bugün Türkiye, hukukun değil, korkunun ülkesi olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Ama korkunun hükmü sonsuz değildir. Korku, gerçeğin geçici karanlığıdır. Gerçek ise eninde sonunda doğar; tıpkı güneşin doğması gibi, buna hiçbir güç engel olamaz. Bir ülkenin vicdanı susturulamaz. Bir halkın umudu hapsedilemez.
Bir kalemin mürekkebi, demir parmaklıkları aşar çünkü yazmak, direnmenin en kadim biçimidir.
Bugün Türkiye’ye düşen, bu insanları savunmak değil, kendini savunmaktır. Çünkü onlar, hepimizin yerinde, hepimizin adına yargılanıyor. Adaletin terazisi eğilirse hepimiz suç ortağı oluruz. Ama dik durursa, tarih onları değil, onları yargılayanları mahkûm eder.
Tarih, kimlerin korkuya teslim olduğunu, kimlerin susarak rıza gösterdiğini, kimlerin ise adalet için ses çıkardığını yazacaktır. O gün geldiğinde, kimsenin “Bilmiyordum” deme hakkı kalmayacak. Çünkü herkes biliyor. Ve bilip de susmak, artık tarafsızlık değil, suç ortaklığıdır. Bugün insanlık onuru için, adalet için, gerçek için konuşma günüdür.
DR. HÜSEYİN ÖZKAHRAMAN
ESKİ CHP BAHÇELİEVLER İLÇE BAŞKANI