Dün 10 Kasım’dı, benim gibi milyonların en büyük yası. Her ne kadar “Atatürk’ü Anma Günü” olarak adlandırılsa da aslında “Atatürk’ü Anma ve Anlama Günü” olarak değiştirilmeli bu “ulusun en büyük yası”nın adı. Anıyoruz ama…
Atatürk bir kere mi öldü? Hayır! Defalarca uğurladık Ata’mızı son yolculuğuna. Cumhuriyetimizi, ilke ve devrimlerini birleşip koruyamadığımız her gün bir kez daha sonsuzluğa uğurlandı. Atatürk’ün devrimleri teker teker çiğnenirken defalarca yatağa düştü Mustafa Kemal Paşa. Minnacık bir çocuk bir tarikat yuvasında cinsel saldırıya uğradığında, buna “Bir kereden bir şey olmaz!” diyenler olduğunda, sokak ortasında bir kadın “imam nikâhlısı” tarafından vurulduğunda, yoksulluk nedeniyle cemaatlerin tuzaklarına düşen gençlerin yaşamları karartıldığında, çocuğunu oradan almak isteyenlere, “Çocuğunu alırsan günaha girersin” diyenleri duyduğunda, bir tarikatın ellerine bırakılmış ve denetimi yapılmamış kız öğrenci yurdunda çıkan yangında kömüre dönen gençlerimizin bedenleri ortadayken, yurdu işleten cemaat içerideki dondurucuda kalan 35 kilo eti avukatına istettiğinde bir daha kapattı gözlerini Atatürk.
DEVRİMLER VE KAZANIMLAR YOK EDİLİRKEN…
Millileştirmek için canını dişine taktığı madenler “dış mihraklara” verildiğinde, üstündeki zeytin ağaçları kesildiğinde, ülkenin en zor zamanlarında binbir emekle kurulan Türk fabrikaları teker teker satıldığında, gazete basacak kağıdı ithal ettiğimizde, ata tohumları yok edildiğinde… Savaşın ortasında milli eğitim toplantısı yapan, 238 yıllık geri çekilmeyi durdurduğu Sakarya Meydan Savaşı’nda mühimmatlarının arasında kitap taşıyan Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün eğitimdeki kayıp yerini gördüğünde bir daha sonsuzluğa uğurlandı.
Savaştan yeni çıkmış bir ülkenin nüfusu hastalıktan kırılırken kendi aşısını, serumunu kendisi üreten, hatta ürettiklerini pek çok ülkeye ihraç eden Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatıldığında, evini Kızılay’a bağışlayan Refik Saydam’ın koltuğunda oturanın depremden sonra çadır satışı yaptığı duyulduğunda bir daha, bir daha yitirdik Atatürk’ü.
AYDINLAR HEDEFE ALINIRKEN…
“Din bireyseldir, devlet laik olmalıdır” diyen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ilk kadın öğretim üyesi Bahriye Üçok’u katlettiklerinde, “Köy çocukları kapanan Köy Enstitüleri yerine imam hatip liselerine gidiyorlar. Gidiyorlar da ne oluyor? Bunlar imam hatip olmuyorlar. Hukuk fakültelerine gidip yargıç ve savcı oluyorlar” diyen büyük gazeteci Uğur Mumcu’yu alçak bir suikastla yaşamdan kopardıklarında, karnından litrelerce su alınırken gözünü kırpmayan Atatürk’ün olan bitende canı nasıl yanardı, kim bilir! Tıpkı Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Necip Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı öldürülürken hissettiklerimiz gibi…
Atatürk’ün askerlerine kurulan kumpaslar da birer 10 Kasım’dı. Türk ulusuna darbe indirmek isteyen karanlık güçlerin adına Türk destanına referansla “Ergenekon” demelerinden gerçekte neye karşı oldukları belli olan FETÖ’cüler ve işbirlikçileri Yarbay Ali Tatar’ı alıp götürdüklerinde, Ali Yarbay bu kumpası onuruna yediremeyip “En küçük suçu ve günahı olmayan ben bu yapılan hukuksuzluğa isyan ve karanlığa bir nebze ışık olabilmek için” diye yazarak yaşamına son verdiğinde de bir başka 10 Kasım’dı aslında.
Bir 10 Kasım da ilerlemiş yaşına ve ağır hastalığına rağmen, memlekete sayısız yararı olmuş Türkan Saylan’ı götürdükleri gündü örneğin.
ORDUYA KUMPAS KURULURKEN...
MİLGEM projesinin mimarı, donanmanın kutupyıldızı Tuğamiral Cem Çakmak’ı Balyoz kumpasıyla hapse attıklarında da bir daha yarıya indi bayraklarımız.
PKK’nin Aybüke öğretmeni şehit ettiği gün de Atatürk “Ve aleykümselam” demişti bizce bir kez daha. Şehitlerimizin toprağa düştüğü her gün 10 Kasım hüznü sarıyor bizi. “İyi ki varsın Eren” diye haykırdığımız Eren Bülbül’ün küçücük bedenine hain teröristler 17 kurşun sapladığında, Fethi Sekin’i teröristlerle çatışırken kaybettiğimizde de sirenler çaldı içimizde.
Andımız kaldırıldığında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Atatürk rozeti takmayı reddedenler olduğu duyulduğunda, Atatürk’ün askeri teğmenlerimiz ordudan ihraç edildiğinde 10 Kasım’ı beklemeden Ata’mızı anmamız ve anlamamız gerektiğini gördük, anladık bir kez daha!
ATATÜRK’Ü ANMAK
“Ne mutlu Türküm diyene!” sözünü sözde milliyetçiler tartışmaya açtığında, olağanüstü bir ulusal mücadeleyle kurulmuş TBMM’ye terörist başı davet edildiğinde bir daha, bir daha savruldu memleketin dört bir yanından Anıtkabir’e taşınan topraklar…
Dün Türk ulusunun en büyük yası. Çoktan kalktı Sezar, Büyük İskender, Napolyon mezarından. İnsanlık tarihinin en büyük kahramanı sonsuzluğa uğurlandı o gün. Öğretisi, ilkeleri ve devrimleri ile daha yücesi gelmemişti öte âleme. “İki Mustafa Kemal var” demişti Ata “Biri etten, kemikten fani Mustafa Kemal…” Onu uğurladık 10 Kasım 1938’de. Ama diğer Mustafa Kemal bizlerdik: Ulus yaratan, ulusu yükselten başöğretmen, başkomutan, filozof devlet insanı Mustafa Kemal’i bir an olsun unutmadan Cumhuriyeti, ilkelerini ve devrimlerini yaşatacak olan bizler… İşte o Mustafa Kemal’i yeniden anımsatmalı yaşanan bunca 10 Kasım’lar.
Dr. Çiğdem Bayraktar Ör