Öztin Akgüç

Krize sokan politika ile krizden çıkış beklentisi (12.06.2019) (12.06.2019)

12 Haziran 2019 Çarşamba

Albert Einstein gözlemleriyle, “aynı deney yapılarak farklı sonuçlar beklemek akılsızlıktır” tanısını koyar. Biz 1980’den beri 24 Ocak Kararları temelli ekonomik politikalar izleyerek krizlere giriyor, aynı politikalarla krizden çıkmayı deniyor, kısa zaman aralıklarıyla yeniden krize giriyor, dünya sıralamasında her alanda geriliyoruz.
24 Ocak 1980 Kararları, neoliberal akımlar ekseninde serbest piyasa temeline dayanan; ekonomide devletin, üretici ve düzenleyici olarak ağırlığının azaltılması, özelleştirme ile kamunun mal varlığının yok edilmesi, özel sektörün, yabancı sermayenin teşvik edilmesini, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, kambiyo kontrollerinin kaldırılması, vergileme yerine borçlanma önerilerinde bulunur. Faiz oynaklığı ve dalgalı kur rejimi ile de iç ve dış dengelerin sağlanacağını öngörür.
1980 sonrası ülkede ne ekonomik ne finansal istikrar sağlanabildi. Dış ödemeler açığı, bütçe açığı süreğenleşti, dış borçlar 13-15 milyar USD’den 450 milyar USD’ye yükseldi, iç borçlar 1 trilyon TL’yi aştı, enflasyon kontrol altına alınamadı, üretken yatırımlar GSMH’nin yüzde 30.0 düzeyinden, ayrılan amortisman kadar dahi yapılamayacak tutara değin geriledi, “işsizlik oranı resmen yüzde 14.0’ü aştı”, ekonomi 2018 ortalarından itibaren daralma sürecine girdi, temel dengesizlikler derinleşti.
Türkiye kısa aralıklı ekonomik krizlerden de kurtulamadı. 24 Ocak Kararları, askeri yönetim tarafından ücretler baskılanarak, toplumsal gelişme hareketleri kısıtlanarak desteklenmesine karşın, ekonomide 80’li yılların sonlarına doğru kriz belirtileri görülmeye başlandı, 1994 yılında da ekonomi krize girdi. 1996 yılında yürürlüğe giren AB Gümrük Birliği Anlaşması’yla Türkiye, özgün ulusal sanayileşmeden adeta vazgeçerek yabancı sermaye güdümünde montaj sanayiine yöneldi. 90’lı yılların sonlarında IMF’nin iğvası, ayartısıyla hazırlanan “2000 yılı Enflasyon Düşürme Programı” ile enflasyonu yavaşlatma bir yana, ekonomi gereksiz şekilde krize sürüklendi.
Dünya ekonomisi 2002 - 2007 yılları arasında en parlak dönemlerinden birini yaşadı, düşük enflasyonla hızlı büyüme, dış ticarette hızlı gelişme, faiz düşüklüğü, likidite bolluğu, istihdam artışı ekonominin özellikleri oluşturdu. Bu gelişmeden, IMF’nin yeşil ışığını da almış olan Türkiye yararlandı. Ancak 2007 yılı ortalarından itibaren dünyada yeniden kriz arazları görülmeye başlandı, Türkiye de 2009 yılında krize girdi. Gelişmiş ülke merkez bankalarının genişletici para politikasının yarattığı likidite bolluğu, negatif faiz uygulamasıyla sermaye akımlarının gelişmekte olan ülkelere yönelmesi, kısa vadeli de olsa sermaye girişi Türkiye’nin krizi kısa sürede atlattığı izlenimini yarattı. Kısa süreli de olsa sermaye girişi, döviz kurunun ve faizin düşük olmasına, kredi genişlemesiyle ekonomik yaşamda hareketlenmeye, ucuz ithalatla enflasyonun dizginlenmesine, cari işlemler açığının finansmanına, ithalattan alınan vergilerin artışıyla bütçe açığının sınırlı tutulmasına olanak verdiğinden, bu gelişmeler kamuoyuna başarı olarak sunuldu. Başarı olarak gösterilen gelişmeler, gelecekteki krizin hazırlayıcısı idiler. Aşırı kredi genişlemesi, bankaların kredi riskini, hanehalkının borçluluğunu artırıyor, işletmelerin mali yapılarını, Borç / Özsermaye dengesini bozuyor, düşük faizli döviz kredisi, kur risklerini artırıyordu. Ucuz ithalat Hollanda Hastalığı olarak nitelendirilen, yerli üretimin yerini ithalat kolaylığına bırakıyor, üreticiler ya üretimden vazgeçiyor ya da başka alanlara yöneliyorlardı.
Sürekli borçlanarak bu sahte refah düzeyini sürdürmek olanağı da yoktu. Dış Borç / GSMH oranı belli bir sınırı aşınca, reel sektör ve bankaların mali yapıları bozularak kur riskleri arttıkça, cari açık ekonomik durgunluğa karşın sürdükçe, TCMB rezev yitirdikçe, küresel finansal piyasalarda borç verme hoşnutsuzluğu başladı. Türkiye ekonomisi dünyanın en kırılgan beş ülke ekonomisi arasına girdi, kredi değerliliği düştü, kredi riski arttığı için kredi riski-temerüt-(CDS) sigorta primi de 500 baz puana yükseldi. Artık dış kaynak bulmak hem zorlaşmış hem pahalılaşmış, elde satacak fazla kamu mülkü de kalmamıştı. Öngörülen akıbet gerçekleşti, ekonomi içinden ne zaman çıkılacağı belli olmayan bir çıkmaza sürüklendi.
Ekonomiyi bunalıma sokan politikalarla, yeteneği kendilerinden, malum çevrelerden menkul politikacılarla, gerekli niteliklerden yoksun bürokratlarla, bankaları ve işletmeleri mali zorluklara sokan başarısız yöneticilerle bunalımdan çıkma çabaları, A. Einstein’ın yukarıdaki tanısını anımsatıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump tehlikesine teyakkuz 11 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları