Lider, örgüt merkezleri, adları değişse de 12 Eylül süreci ile, yaşam gündemimizi belirleyecek ölçeklerde tırmanan cemaatler, terör örgütleri odaklı sorunlar yumağının içinden çıkamıyoruz. Ötesi, ülkemizi, sınırlarımızı, gelecek kuşaklarıyla birlikte, ülkemiz vatandaşlarının topunun birden yaşamlarını giderek ağır tehdit altına alan boyutlarıyla; Başkan Erdoğan’ın söylemlerinde giderek daha sık kullandığı “beka” sözcüğünün kapsamı içine sokulan, Saray, Tekadam rejiminin istediği koşulsuz destek verilmezse, muhalefet yapan tüm kurum ve kişiler için geçerli, suç ortaklığı damgalanması, tehditleriyle iç içe..
Kuşkusuz Cumhuriyet tarihimiz, günümüz TC sınırları içinde yaşayan vatandaşlarımız ile de sınırlı değil.. Osmanlı tarihi, imparatorluğu toprakları içinde yaşananlarla da kesilemez. Öncesi uygarlıklar tarihi, halkların göçleri ile de bağlantılı yaşanmış topraklar, geçişkenlikler üzerinden tarihsel, bilimsel bağlantılar kurulmuş olarak da sayılabilecek çok fazla dinler, mezhepler, ırklar, aşiretler, kültürler.. üzerinden kanlı-kansız çatışmaların, haksızlıkların, adaletsizliklerin neden-sonuç ilişkileri var..
Emperyalizmin tuzakları, bölgemiz ağırlıklı enerji yatakları paylaşım kavgaları tetikleyici, yoksul güney dünyası, şimdilerde çok gerilere düşürülmüş İslam dünyası halkları en çok hedef tahtasında, sıcak gündem tartışmalarında, cephelerin bakış açıları mantığı içinde, çok sık duyduğumuz tartışmalarda; “beka” tehdidinin dayanılmaz boyutlarda kullanılmasının hafifliği ile yüz yüzeyiz.. “FETÖ’cülük, cemaatler, mezhepler, ırklar üzerinden terör örgütlenmeleri, çatışmaları, Erdoğan liderliğindeki AKP icraatlarından önce de vardı.. Ülkenin bekası için, AKP iktidarlarını suçlamak çıkış yolu değil.. Beka tehdidi karşısında Saray, Tekadam rejimine biat etmeyenler ihanet içindeler..” mantığı ile çoksesli ele geçirilmiş medya güdülemesi kampanyalarından vazgeçilememesinin ötesinde, başı Saray, Tekadam rejimi çıkışları çekiyor.
Doğrusu, ne zamandır Fethullah Gülen cemaati en başta, cemaatler, PKK’nin palazlanmasında 12 Eylül’ün katkılarına tanıklıklar, belgeler üzerinden girmek istiyordum. Cumhuriyet tarihimizin akışı içinde Menderes hükümetleri, 1950-80 arasında yaşanmışlıklardan hızla geçiş yaparsak, 27 Mayıs askeri darbesinin bir yüzü ile yıpranmış Amerikan odaklı emperyalizme çok başarılı hizmetler sunmuş Demokrat Parti iktidar erkinin değiştirilmesi klasik Amerikancı darbe projesi ise, diğer yüzünde Türkiye’nin Cumhuriyet, aydınlanmacı birikimleriyle geldiği süreçte, Batı dünyasının gelişmiş demokrasi, evrensel insan hakları, özgürlükler, sendikal hakları kazanma savaşımı olduğunu atlayamayız.
Sonuç olarak 1961 Anayasası, 63 yasalarının bir bütünlük içinde düşünce, siyasal örgütlenme, demokratik örgütlenmeler, sendikal hakları yaşatma amaçlarıyla donatılmış oldukları gerçeğini yok sayamayız. Tam da bu nedenlerle 1961-63 süreci lokomotif, Türkiye 12 Mart’a kadar çok kısacık bir süreç içinde insan hakları, demokrasi, siyasal haklar, sendikal, tüm demokratik örgütlenmeler haklarında, toplumsal patlama niteliğinde, halka indirgenmiş çok parlak bir gelişme süreci, dinamiklerini yakalamıştır.
1970 12 Mart darbesi tam da bu nedenle, yasaklarıyla, operasyonlarıyla emperyal proje olarak, “Lüks anayasa, yasalar, haklar..” sağ suçlamaları adına, kuşkusuz emperyal destekli projedir. Sonrasında hiç unutmayalım, “yetmedi, yeterli ders alınamadı”.. sloganları ile beslenen çatışmacılıklar, provokasyonların ardı arkası kesilmeden, aydınlanmacıları bir bir hedef alan kanlı cinayetlerin ardı arkası hiç kesilmemiştir. Yetmemiş toplumsal örgütlülükleri hedef alan, zirvede “kanlı 1 Mayıs provokasyonu” içinde olmak üzere, sol, halk adına başarılı hangi odaklar, örgütlenmeler varsa hedef alındıkları saldırıların sonu hiç gelmemiştir.
12 Eylül, sonuçlarında yetersiz kalınmış 12 Mart askeri darbesini tamamlamayı hedef almış olarak on binlerin ağır işkencelerden geçirildikleri acımasız süreci ile, halktan yana hakların kazanılmasında öncülük yapmış tüm örgütlenmeleri silindir gibi ezmek hedefi içindeki icraatları yeterli görmemiştir. Yasaklı anayasası, yasaları ile sadece 24 Ocak acımasız liberal proje kararlarının uygulanmasını, yoksul ülkeler için öngörülmüş arka bahçeye çekilme operasyonu, liberalizmin yasaklı düzen destekli Özalizm projelerini başarıya ulaştırma hedefi ile yetinmemiştir.
Ek güvenlik gereksiniminde gelecek projelere dönük inançların, din odaklılar, cemaatler başta, ırk odaklılarını da üretme işlevine katkılarda bulunmuştur. Cemaatler içinde en çok Gülen Cemaatinin, birlikte PKK terör örgütünün kurulması sürecinin yaşanması raslantı değildir. Doğası gereği 12 Eylül süreci ile gündeme giren iki örgüt öncelikli palazlanma, kuşkusuz 2002 Irak, Pakistan işgalleri öncelikli projelerde oluşturulan siyasal erkin içinde, Erdoğan Liderliğinde, Cemaat ortaklığında, BOP stratejik ortaklığı, tezkere sözü pazarlığında yerini bulacaktı..
15 Temmuz gerçeğini, Gülen ortaklığının FETÖ’cü darbeye dönüşümünü, Suriye’de PKK’nin PYD’ye evrilmesi, öncesi Kandil’in Apo’nun Kürt açılımı rolüne başkaldırı duruşlarını abartıyor olabilir miyiz?
Beka tehdidi ile Cumhuriyet, demokrasi, hak-hukuk-adalet devleti kazanımları savaşımı durdurulabilir mi?
Cemaat, PKK 12 Eylül’de, 2002’de palazlandı
Yazarın Son Yazıları
Korunması gereken anıt, gelecek kuşaklar için ders niteliğinde, estetik geniş gövdesi korunabilmişse teknolojik olanaklar kullanılarak yüzyıllar sonrası için bile kalıcı kılınabilir.
Hep birlikte ellerimizi ovuşturarak değil de kaygılı; iktidarları ittifakının içinden sızan çatışmacı, bir o kadar da kirliliğin akmasının durdurulamadığı içerikleriyle kamuoyuna fışkıran gelişmeleri izliyoruz.
Dün bu yazıyı girmeye çalışırken ekranlardan “Dünya Türk Dili Ailesi Günü” gündemli kalabalıkların toplanmış olduğu etkinliğin canlı yayını veriliyordu.
Ülkemizde kültür turizminin gelişiminin öncülerinden Faruk Pekin ile yolculuğumuz 1970 12 Mart’ının öncesi günlerden, Boğaziçi Üniversitesi’nin özerk olabilmesi savaşımına öncülük yaptığı yıllardan başlar.
25 kasım günü, Kartal’dan Yenikapı aktarmalı Şişli’ye geliş yolculuğumda, İstanbul Valiliği’nin, metroların, tüm ulaşım yollarının öğlen saatlerinden önce başlatılmak üzere Taksim çevresine kapatılması kararını ulaşım araçlarından da yapılan duyuruları ile karşılaştım. Geçmiş yıllardan deneyimli kadınlarımızın yapacakları eylemlere sokakların kapatılması, sıkı gaz bombalı, polis çemberleri ile kadınlarımızın içeriğinden henüz haberli olamadığım eylemlerinin gündemde olduğu geçmiş yılların örneklerini gülümseyerek anımsadım.
Devlet Bahçeli, Abdullah Öcalan, Güneydoğu bölgemizin çözüm sürecinde sorumluluk alanları ellerinden gelen çabaları gösterdiklerinin açıklamalarını sürdürüyorlar.
Ancak hak-hukuk-adalet adına atılması olmazsa olmaz adımların gecikmesi ile doğrudan bağlantılı gerilim, sorumlulukların gerekleri de düşündürücü, ürkütücü boyutlarda katlanmış oluyor. Abdullah Öcalan kimliği üzerinden Kürt açılımı ile CHP’yi zorlamayı hedeflemiş, MHP-AKP ittifakı hızla sonuç alınabilmesi adına aralarında da çelişkiye düştükçe beklenmedik yeni çarpık gelişmeler ile yüzleşilmiş bulunuluyor.
Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’ndan özel bir paylaşımıyla girmek, eşi olmasıyla onur duyduğu Meriç Velidedeoğlu’nun toplumsal savaşımda soluksuz sürdürdüğü çabalarına geçiş yapmak, sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Tümü de Amerikan projeleri olarak dayatılmış barış süreçlerinde bir türlü sonuç almayı başaramıyoruz. Umalım bu kez önümüzü görebilecek kadar yol almayı başarırız. Gerçek geçmişini araştırırsak sorunlarımız Amerika’nın Irak’ı işgali projesine kadar uzanıyor.
CHP’nin İmralı’ya gitmeyeceği kararının gerekçelerini okuma zahmetine katlanmadan Saray ittifakından gelen tepkiler dün yandaş medyanın gündeminde evire çevire eleştiri yağmuruna tutuldu.
Burada bir tırnak açmalıyım. Nadir Nadi yönetiminde, Cumhuriyet gazetesinin içinde, ülkemizin kendi bilim alanlarının en kıymetlileri danışmanlık kimlikleriyle toplanmışlar. Prof. Cavit Orhan Tütengil de içlerinde, Osman Nuri Torun, Özer Derbil... Aynı zamanda ünlü 2. sayfamızın yazarları, Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Hoca’mız, Oktay Akbal, Vedat Günyol gibi isimler, danışmanlar ailesinin içindeydi.
İşçinin ekmek kavgasında, canının sağlığının yok sayılması geçmişten günümüze, düzeleceğine giderek umursanmaz oldu.
Dindarlık, kindarlık çıkışları, operasyonlarında durdurak bilmezlikleriyle, cezaevlerini haksız hukuksuz doldurmadaki sınır tanımazlıklarıyla... Ekonomik çöküşle de günlük yaşamlarını sürdüremeyecek, nefes alamaz konuma düşürdüklerini, bu ülkenin yüzde 90’larını aşan çoğunluğunu yıldıracaklarını sanmışlardı. Siz okullarının birincisi olan kızlarımızı, sevinçlerini paylaşırken “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan attılar diye, savunan komutanlarıyla birlikte okullarından atarak cezalandırdınız ya...
Ancak aile içinden, dönem çalışanlarının içeriden tanıklıkları ile bilinenlerin içinde, ünlü ressamımız, arşiv müdürlüğü ile öne çıkmış Elif Naci ile sevgili kuzeni Ümit Alemdaroğlu arasındaki yakın duygusal bağlarla kurulmuş işbirliği bilinir.
“Koyun can kasap et derdinde” özdeyişinin bir anlamı var elbette. Sabahın köründe gözlerimizi açıp akşamın geç saatlerine kadar izlemeye çalıştığımız, ülke, yaşam gerçeklerimizin özeti işte bu kadar. Hep birlikte yaşam koşullarımızın sürdürülebilir olmasının çırpınışları, koşturmacaları içindeyiz. İktidar erkinin ise ittifaklarında ne kadar uzlaşıp uzlaşamadıkları çok tartışmalı, iktidarlarını sürdürebilme adına çıkış yolları bulabilmenin dışında, yaşattıkları üzerinde yarattıkları sonuçlar umurlarında bile değil.
Cumhuriyetin kuruluşunun 102. yıldönümü etkinliklerinin hazırlıklarından başlanarak gün gün akış içinde yaşananlara bakarak belleğimizi şöyle bir tazeler miyiz?
“Sayenizde” diyemiyoruz ancak sonunda tuzu da kokutmayı başardınız. Parası günlük insanca yaşama yeten, yetmeyen ayrımı olmaksızın, telefonlarınıza bilinmeyen numaralardan gelen mesajlara boş bulunup da sakın yanıt vermeye, üzerlerine basmaya kalkışmayınız. Bazılarının beraberinde “potansiyel dolandırıcılık” uyarısı olsa da uyarısız olanlara basmanız halinde bile dolandırılabiliyorsunuz.
Zonguldak büyük madenci direniş günlerinin, grevle birlikte sokaklara taşarak, hak savaşımlarını sürdürerek sokaklara taşan maden işçilerinin, uzun tünelleri karanlıkta kol kola birbirine çarpmadan geçişlerinde, gür seslerinin çınlanışı ile Özalizm’in yıkılışı hiç unutulmadı.
Saray’ın bugünlere kadar izlenen, gerçekleştirilmiş siyasetlerinde, madalyonun bir yüzü ile diğer yüzünde, içe dönük siyasetleriyle dışa dönük olanlarının arasında sürekli çelişkiler yaşanıyor. İçeriye dönük uygulamalarında hak, hukuk, adaletin geçerli olmasının eseri yaşanamazken, dışa dönük uygulamalarında ise ağır basan güçlü taraf ne istemişse diller bir karış dışarıda, dayatılmış uygulamalara karşı ses soluk çıkarılamıyor.
Geçen haftanın dünya ölçeğinde çok sıcak geçen gündeminde, ABD Başkanı Trump’ın iddialı çıkışıyla, Ortadoğu’da barışın sağlanabileceği umuduyla gelişmelere yoğunlaşmıştık.
Ortadoğu’ya barışı getirme iddiasıyla geçmişte öne çıkmış Amerika’nın, sonuçta başarısızlıkla sonuçlanmış girişimlerinin öne çıkmış başkanları, meğersem, Trump’ın içine düştüğümüz bugünkü girişiminin yanında çok daha insancıl, iyi niyetli sayılabilirmiş.
Barışı yürekten, umutla bekleyenlerin, kuşkusuz kaygılı beklentiler içinde yaşamak zorunda oldukları günlerin içindeyiz.
İnsan hakları duyarlılığının dünya ölçeğinde uyanışını tetiklediler. Önceki gün ülkemizde 81 ilde insan hakları zincirleri oluşturuldu. Amerikanın kendi topraklarında, İngiltere’de, Avrupa’nın tüm ülkelerini kapsar biçimde protesto eylemleri her yeni günde güçlenmiş olarak yineleniyor. Dünyanın diğer ülkelerindeki eylemlerin tetiklenmesi, güçlenmesi siyasal gündemlerin odağına oturuyor.
Güncel, kişisel bir aileye dönük özel savunma yapmak durumuna düşmek istemiyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, özel davet eden “dostum Trump” görüşmelerinin kapı arkasının kuşkusuz dedikoduları ağır basacaktır. İlk çıkarımlar, yorumlardan öğrenilebildiği kadarı ile Rusya’dan gelen enerjiden vazgeçilmesi dayatması ağır basmakta. Cumhurbaşkanımızın koşulları içinde; “Midyat’a pirince gidilirken eldeki bulgurun uçup gitmesi” gibi bir tablo ile yüz yüze kalınmış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın girişimleri, Dolmabahçe görüşmeleri üzerinden gündeme geldiği gerçekliği yalanlanmadı.
Sonuçta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beklediği davetin tarihi de Özel’in önceden duyurduğu doğrultuda Beyaz Saray tarafından dünya kamuoyuna da ilan edilmiş oldu.
Ülkemiz içindekiler için de geçerli olmak üzere, dünya çapında yaşanmakta olan gelişmelerin bütününe dönük baktığımızda, yaşananları özetlemeye dönük bana en uygun gelen başlığın “Evdeki hesap çarşıya uymuyor” olduğunun altını çizmek istedim.
En garip olanı da onlar adına Suriye politikalarında başı çeken, İçişleri Bakanları Hakan Fidan ile tam tersi anlamlar çıkan açıklamalarının sonunu hiç duyamıyoruz.
Bizim, 12 Eylül 1980’de yaşadığımız, 1960’lar sonrası anayasal hak özgürlükler üzerinden kazanımlarımızı, toptancı “tangır tungur” etmiş, bugünlere kadar adım adım geriye gidişlere nokta konamamış haklar kayıplarımızı Amerika’nın, 11 Eylül 2001 yılında, uçaklarla New York’un bombalanmasıyla yaşadığı toplumsal travmanın bilinçli yönlendirilmesi üzerinden yaratılan, yeni dünya düzeni stratejilerinin güncel sonuçlarını da elbette dikkatle izlemek zorundayız.
Önceki gün alınan bir kararla, İstanbul’da üç günlüğüne sokağa dönük toplumsal eylemlere yasak getirildi. Dün için, okus pokuslu hukuksal gerekçeleri üzerinden sayısız tartışmanın yapılabileceği bir yargı kararı hazırdı. Güvenilir kimliği kendileri tarafından da ilan edilmiş, “çekirdekten” CHP’li Gürsel Tekin, önceden ilan ettiği üzere, polis operasyonu eşliğinde dün öğlen saatlerine doğru CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın içine girebildi.
Şekil olarak bakarsak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kimliği, sorumluluğu altında, sivil diktatörlükler sayılmazsa, aralıksız sandıktan çıkabilmiş dünyanın tek sivil iktidarını yaşıyoruz.
Yazarımız Prof. Emre Kongar’ın 31 Ağustos Pazar günkü köşesinde yazdığı, Yugoslavya örneği başlıklı yazısı üzerinden, kimi geçmişten tanıklığını paylaştığım, Cumhuriyet gazetesinde de yayımlanmış anlamlı gelişmeleri de anımsatmanın yararlı olabileceğini düşünüyorum.
Bölgenin gelişmelerinde uzmanlaşmış siyasetçiler, gazetecilerin ortaya koydukları verilerle; “İsrail’in bölgeyi ateş altına alan yaklaşımlarına kapı açıyor.”
Ahlat’ta, sabah başlatılan ilk etkinlikte, okçuların kırmızı sarı, sarık, cüppeleri ile gerçekleştirilen törene katıldı. Öğleden sonra mezarların başında, Devlet Bahçeli ile birlikte görüntülendiler.
Prof. Dr. Nakiye Öztürk, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Onkoloji Bölümü’nde, kanser hastalarının tedavisinde yıllarını verdiği dönemlerle sınırlı değil, gönüllü ayırdığı zaman dilimleriyle, hem çok sayıda vakıf, sosyal kurum, dernek bağlantılı, bire bir, uzak yakın çok sayıda ailenin dertlerine çare üretmeye dönük derin izler bırakmış, kuşaklar sonrasına yansıyacak örnek bir bilim insanımız.
Gündemimizde öncelikli, kamuda çalışan örgütlü işçi sendikalarının sözleşmeleri vardı. 12 Eylül’ün mirası, dünyada bir örneği olmayan, adı grev ertelemesi, özünde grev hakkının kullanılamaz olmasını sağlayan bir yasal düzenlememiz var.
Son günlerin gün değil saatler içinde değişmiş olarak öne çıkan haberlerinin içeriklerine, gerçekleri üzerinde içerik değişimlerindeki savrulmaya, bir diğerini yalanlayan içeriklerine bakıldığında, gelişmelerin bütünlüğü üzerinden yaşadıklarımızı anlatabilmek için başkaca bir başlık bulamadım.
Demokrat Parti, Menderes hükümetinin sivil diktatörlüğünün tırmanışının yaşandığı yıllar... Sakın ola ki sivil diktatörlükte sınır tanımayan bir iktidarın otoriterleşmesinde, kendisini iktidara getirmiş Amerikan yönetiminin bile gönderilmesi günlerinin geldiği sonucunu çıkarmış olarak görevden alınmalarında öncülük yaptığı günlerin gelişmelerini unutmaya kalkışmayalım.
Bizim 68’lilerin basın sözcüsü, hukuk, ekonomi, bankacılık, siyaset üzerinden de deneyimli arkadaşım Tunga Ungun, ne zaman telefonla arayıp kimi gazetecilik üzerinden gelişmelerle uyarmaya çalışsa, canım sıkılıyor.