Son yıllarda yaşanan bir sorun var. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) yurt çapında camilere gönderdiği cuma hutbelerinde sık sık kadınlar ve toplum yaşantısı hedef alınıyor. Son olarak geçen cuma gönderilen “Kul hakkı ateşten gömlektir” başlıklı yazıda, kadınların eşit miras hakkına karşı ifadeler yer aldı:
“Karşılıklı rıza olmadan yüce Rabb’imizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahi adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin, kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır.”
Bu ifadeler, açıkça başta Medeni Kanun olmak üzere, anayasanın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesine, “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesine (devletin niteliği olarak açıklanan laiklik ilkesine) açıkça aykırıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde yürürlükte olan sistemde cinsiyete dayalı bir ayrım yoktur!
Anayasanın 10. maddesi çok açık. Diyor ki: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.”
DİB yetkililerinin bu yasal mevzuatı bilmemesi olanaklı olmadığına göre, kadının mirastan eşit pay almamasını teşvik etmenin amacı nedir?
LAİK HUKUK SİSTEMİNDE YASALARIN KAYNAĞI DİN DEĞİLDİR
Anlaşılıyor ki DİB yetkilileri, söz konusu cuma hutbesini erkek çocuğa kız çocuğunun iki katı pay verilmesini öneren Nisa suresinin yorumuna göre hazırlamış. Oysa Türkiye, anayasasında devletin laik olduğu açıkça yazan bir ülkedir. DİB’in toplumu geren cuma hutbelerinin, ülkeyi sürekli anayasayı çiğneyenlerin yönetmesinden cesaret aldığı, kuşku götürmez bir gerçektir!
Birileri sorabilir; DİB’in görevi “İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” değil mi?
Öyledir ve bu görevin sınırları da anayasanın 136. maddesinde belirlenmiştir: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”
Laiklik, yurttaşlık bilincinin yerleşmesiyle toplumların kaynağını dinden/inançtan değil, insan aklının geliştirdiği evrensel hukuk değerlerinden alan yasalarla yönetilmesidir. Yasaların kaynağını dinden aldığı ülkelerde ise feodal sistem ve şeriat hukuku vardır!
1923 Cumhuriyet Devrimi, laik hukuk sistemini ülkede egemen kılmanın adıdır. Ne yazık ki tarikatlar ve sömürücü ağalık sistemine dayanan karşıdevrimcilerce palazlandırılan feodalite yüzünden, hukuken hakkı olsa da bugün hâlâ mirastan eşit pay almamaya zorla boyun eğdirilen kadınlar vardır.
ADD’DEN SUÇ DUYURUSU
DİB, yasayla kurulmuş bir kamu kurumudur ve çalışanları maaşlarını halkın vergileriyle oluşan bütçeden alır, harcamalar da aynı bütçeden yapılır. Dolayısıyla hem harcamalarında hem de işleyişinde her kamu kurumu gibi denetlenebilir ve sorumlu tutulabilir durumdadır.
Nitekim Atatürkçü Düşünce Derneği de Diyanet’in “anayasayı ihlal”, “görevi kötüye kullanma” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlarını işlediğini belirterek kurum hakkında suç duyurusunda bulundu. Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na verdikleri başvuru dilekçesinde şu cümle yer alıyor:
“Yasalara uygun davranma zorunluluğu bulunan Diyanet İşleri başkanı ve diğer ilgililer tarafından eşitlik ve laiklik gibi temel bir ilke hiçe sayıldığından, Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesinde yer alan suç işlenmiştir.” Bu madde, anayasal düzeni bozmak veya engellemekle ilgili anayasayı ihlal suçlarına verilen cezaları düzenliyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Kul hakkı ateşten gömlektir” başlıklı cuma hutbesi hukuk düzenine müdahale anlamına gelir. Bu nedenle yetkisini aşmış ve suç işlemiştir.