Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

19.04.2025 10:15
Güncellenme: 19.04.2025 10:21
Takip Et:

Shakespeare’in meşhur “Othello” tragedyasında Venedik’in soylu ailelerinden senatör Brabantio’nun güzeller güzeli, iyilik timsali, gencecik kızı Desdemona ile Othello’yu birbirine bağlayan sevdanın felaketle sonuçlanması anlatılır. Elbette iki aşığın arasında giren yalnızca saf kötü olarak nitelendirebileceğimiz Iago değildir. Iago, Desdemona’ya ölesiye aşık olmuş, ondan yüz göremediği için de yüreği intikamla dolmuştur. Ama Othello’nun adım adım Iago’nun elinde bir kukla olmasının bir başka nedeni daha vardır: Her şeyden önce Othello bir yabancıdır, dahası siyahidir. Iago için de “pis bir mağriptir” ve Desdemona’yı baştan beri hak etmemektedir. Bu yüzden onu kışkırtıp Desdemona’yı öldürtürken tek bir hedefi vardır: Othello’nun gerçek anlamda uygarlıktan uzaklaşan Afrikalı barbar halini tüm dünyaya göstermek. Oysa oyunu izleyenler Othello’dan değil Iago’nun nedensiz gibi görünen kötülüğünden nefret eder. Aslında Shakespeare’nin “Othello”sunun bize gösterdiği en önemli noktalardan biri Iago’nun, kötülüğünün ırkçılığa bağlanabileceği gerçeğidir. Dürüst olmak gerekirse, kötülüğe faşist teşkilatların üst kademelerinde sıkça rastlanmaktadır. Ve hepsinin kendi içinde mantıklı bir amacı vardır. En az Iago kadar hem de.  

***

Öteki olmak, ötekiyle yaşamak, hatta ona yaşam alanı açmak, bireylerin eşit haklarda yaşamasını sağlamak, her şeyden önce tüm dünyada süren eşitsizliklere, çelişkilere karşı çıkmak, temel insan hakları sorunudur. Bu noktada şifre sözcük karşındakini her ne olursa olsun “benimsemek”tir. Nitekim Habermas da “Öteki olmak, Ötekiyle Yaşamak” çalışmasında bu sözcükten yola çıkarak bir toplumsal yaşama birlikteliği oluşturmaya çalışır: “Benimsemek, kendi içine kapatmak ve ötekine karşı kapanmak değildir. Ötekini benimsemek, toplumsal sınırların herkese hatta özellikle de birbirine yabancı olan, birbirine yabancı kalmak isteyenlere de açık olması demektir.” Ancak göz göre göre bu yaklaşıma sırt çevirmek bile isteye kötülüğün merkezinde kalmaktır. Mesela son zamanlarda sosyal medyadan yapılan tanınmış ya da vefat etmiş sanatçılara yapılan hakaretler tam da bu katıksız kötülüğün sonucudur. Benimsemek yerine nefret etmek, öfkeyle hareket etmek… bunu sıradanlaştırarak lince çevirmek… 

***

Küçük yaşta okuduğum Andre Mouris’in “Şişkolar ve Sıskalar” kitabında iki kardeşin öyküsüne içlenir dururdum. Yeraltı ülkelerine giden gemilerin demirlendiği limanda kardeşler ayrılır birbirinden. Şişman Göbekistan’a, sıska ise mecburen Kemikistan’a gider. Başka başka ülkelere vardıklarında ikisi de fark eder ki, ülkeler yıllardır birbirlerine düşmandır. Tam da bu sırada savaşa tutuşurlar. Öteki olmak, bir toplum içinde ırk, dil ve din ayrımından kaynaklanmaz yalnızca. Farklı düşünceye sahip olmak da bir anda öteki yerine konulmanıza kaynaklık edebilir.  

***

İyilik düşüncesi kimi zaman toplumsal yapıyla çelişebilir. Nitekim Sartre da “Varoluşçuluk” kitabında, çok özel bir hikâye anlatır: İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’yı kurtarmak için İngiltere’de Fransızlar tarafından bir cephe oluşturulmuştur. Bir Fransız genci Sartre’a gelip bu cepheye katılmak için İngiltere’ye geçmek istediğini ancak yaşlı ve hasta annesini yalnız bırakamadığını söyler. Ayrıca, eğer İngiltere’ye geçmezse bir gün vatan haini ilan edileceğinden endişe duymaktadır. Diğer taraftan annesini bırakıp cepheye katılmak üzere İngiltere’ye geçerse bu sefer de komşuları tarafından kötü ve hain evlat muamelesi göreceğinden emindir. Bu durumda delikanlı kendi seçimini kendi yapmak zorundadır. Tercihi onun sonraki hayatını da belirleyecektir. Bu hikâyede mutlak iyiliğin ne olduğu sorusu anlam kazanır. Mutlak iyilik bazen “biricik” olmayabilir. 

***

Örgütlü kötülük her zaman yanı başımızdadır. Styron’un romanından uyarlanan “Sophie’nin Seçimi”nde, (ki sonradan sinemaya uyarlanmış ve kült bir film olmuştur.) Sophie, İkinci Dünya Savaşı sırasında, iki evladı arasında seçim yapmaya zorlanmış bir kadındır. Daha sonraki hayatında bu ruhsal travmayı en acıtıcı biçimde yaşar. Sadece kendisi değil hayatta kalan oğlu da kurbandır. Örgütlü kötülük sadece can almaz, insanları yaşayan ölüye de maharetlice dönüştürebilir. 

***

Kötülüğün en temel göstergelerinden biri de şiddettir, kuşkusuz. Şiddetin sıradanlaşmasının ardında cezasızlıkla ödüllendirmek, cehalet sarmalının ilkellikle çoğalması, kişisel öfkelerin yasaların önüne geçmesi gibi pek çok neden olabilir. Şu bir gerçek ki şiddet olayları kendini bir toplumda üç ayrı dönemde gösterir: Sistemin işlememesi, yönetimsel zaaf ya da faşizm günlerinde... Bugün bütün ülkenin ayakta olmasının temel nedeni de insanların kötülüğe karşı kendi alanını korumasından başka bir şey değildir! 

***

Kötülük kendi iktidar alanını genişletmek isteyenlerce bir meşru araca dönüşür. Nitekim geçmişte kötülüğün örgütlediği ergenekon davası da bunun bir yöntemidir. Bugün ise benzer bir biçimde kendi iktidar alanlarını genişletmek isteyenler de örgütlü kötülüğün en uç noktalarını bize göstermekten çekinmemektedir. 

***

Oysa kötülüğe karşı sığınılacak en temel nokta aydınlama düşüncesinden bize miras kalan akıldır. O, hiçbir zaman kirlenmez, gerçeği aramaktan vazgeçmez, en önemlisi de hiçbir erk tarafından baskılanamaz. Örgütlü kötülüğe karşı mücadelenin temel noktası, insanların koşulsuz bir şekilde adaletin ve vicdanın yanında ve yan yana durmayı başarmasıdır. 

***

Hukuk yok sayıldığı günlerde bile…