Evler...

Evler...

15.11.2025 04:00
Güncellenme:
Takip Et:

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de... Bestekâr Sokak’ta giriş katında mini minicik, iki odalı bir daire. Orası çocukluğumun sıcacık anılarının geçtiği, bir zamanlar hayatımın cennet olduğunu sandığım yegâne yerdir. Çocukluğumuzu düşündüğümüzde kendimizi en eski anımızı bulmak adına yoklarız. Bazen bir renk, bir görüntü, bir ışık bize yardımcı olur, hâreler açar. Bazen de anlatılanlar çocukluk anılarına biçim verir. Sonradan dinlediğimiz hikâyeleri zihnimizdeki o görüntüye oturtmaya çalışırız. Çoğunlukla da dinlediklerimiz bizde kalan derinliklerimizde saklı duran görüntülerle birleştir. Çünkü evler sığınılacak biricik yerdir.

***

Uzun zamandır yaşadığımız günleri ağır kasvet içinde tüketirken, karanlığın ortasında debelenirken, yaşam ve ölüm arasındaki ince karşıtlığı sorgularken gerçekliğimizin nerede başlayıp nerede bittiği konusu sınırlarımızı fazlasıyla aşıyor. Bir bakıyoruz İmamoğlu’na binlerce yıl ceza verilmiş. Bir bakıyoruz kadın ve çocuk işçiler yanarak ölmüş. Bir bakıyoruz Gürcistan’da uçak düşmüş; yirmi şehidimiz var. İşte bunların hepsi, bu kadar çok acı bazen dış dünyayla ilişki kurmamıza engel oluyor. O zaman da ev yalnızca mahrem alanımıza değil bizim korunağımıza dönüşüyor.

***

Bundan yıllar önce bir ilkbahar günü yurtdışında ülke özlemiyle çökmüş öylece duruyor; bir tahta merdivene oturmuş uzağa bakıyordum. Kalbim Ali Şir Nevai’nin bir dizesi gibiydi: “Bahar geldi lakin gül meyli kılmadı gönlüm.” Halimi görmüş olacak, kaldığımız yerleşkenin getir götür işini yapan siyahi Milton şöyle bir soru sordu: “Bugün arabayla yola çıkarsak iki gün sonra Türkiye’de olur muyuz?” İlk başta eyaletinden başka bir yer görmeyen, dolayısıyla dünyanın kendi yaşamlarına eş olduğunu düşünen, cehaletin sıradanlaştığı bir yere özgü bu soruya güldüm, geçtim. Ancak zamanla bu soru mıh gibi içime oturdu. Son zamanlarda sosyal medyada sıkça karşılaştığımız, “Gezegenleri sayar mısınız?” ya da “Beş tane başkent söyler misiniz” sorularına verilen içler acısı cevaplarla bir bu yaklaşım aslında gerçeklik algısı daraltılan, gittikçe yaşadığı alana hatta evine hapsolan, hemen herkesin kendi gibi yaşadığını düşünen, bir çeşit zombiye dönüşecek insanlığın başlangıç noktasını oluşturuyor. Dolayısıyla gerçeklik algısı bilgiyle genişliyor, cehaletle her saniye daha da daralıyor. O zaman ev kimileri için sosyal yaşamdan, dolayısıyla gündelik gerçekliğin dışına taşıldığı, kimi TV programlarıyla vakit geçirildiği bir cehalet merkezine de dönüşebiliyor. Hele kütüphanesiz evler...

***

Bir de ev ziyaretleri vardır; Ankara’nın ev toplantıları meşhurdur. Biz de bir dönem çok sık bir araya geldiğimiz Cahit amcalara (Külebi) neredeyse her cuma giderdik. Giriş katında, salonu bir basamakla ikiye ayrılan evlerinde yaşarlardı. Eşi Süheyla teyze, berjer koltukta neredeyse hiç sesini çıkarmadan otururdu. Sıkıca topuz yaptığı saçlarından bir tel bile düşmezdi yüzüne. Ara sıra dizlerine örttüğü kareli battaniyenin tüylerini bembeyaz elleriyle toplardı. Bir de kedileri sarmanı kucağına almak istediğinde dizine iki kez vururdu. Sarman, büyük bir itaatle kucağına atlardı. Bir süre yatardı orada. Miyavladığı anda Süheyla teyze poposuna bir kere daha vururdu. Sarman, hoop inerdi kucaktan. Süheyla teyze, taş bebek kadar güzeldi. Öylece dalıp giderdim mavi gözlerine bakarken. Cahit amca, “Hikâye” şiirini onun için yazdığını gizlemezdi: “Senin dudakların pembe / Ellerin beyaz / Al tut ellerimi bebek / Tut biraz!” Karı koca, iyi ev sahibiydi. Cahit amca çok güzel yemekler yapardı. Hatta bir keresinde su böreği açtığını hatırlıyorum! Ama ben, büyük bir sabırla saatin on olmasını beklerdim. Aşağı yukarı o saatlerde bir kupa dondurmayı önüme koyarlardı! O yıllarda kışın dondurma satan pastaneler yok denecek kadar azdı, Ankara’da. Belli günlerde Divan Pastanesi’nde dondurma servis edilirdi, o kadar! Cahit amcaların evindeyse yurtdışından aldıkları dondurma yapma makinesi vardı.

Şimdi hatırlıyorum da kendi kuşağında özenle söz açtığı tek bir şair vardı: Ahmet Muhip Dıranas. Ezberinden, “Olvido” şiirini okur, Dıranas’ın olağanüstü yeteneğine hayranlığını gizlemezdi. Onu, sanki karşımızdaymış gibi anlatır, briyantinli saçlarını arkaya doğru tarayışından, tütün sarışından, gözlerini kısarak konuşmasından, yakışıklılığından dem vururdu.

***

Evlerde aynı zamanda kadınlar temizlikle sınanır. Pazar günlerin çamaşır kokusu ile yer bezlerinin çamaşır suyu kokusu birleşir zihnimde. Mesela Sezgin Kaymaz’ın “Uzunharman’da Davetsiz Bir Misafir” romanında, arafta bulunan evdeki kadın derli topludur. Sürekli temizlik tapar. Düzen evle özdeşleşir. 

***

İsmet Küntay’ın yazdığı bir oyunun adıdır “Evler... Evler...” Yıllar sonra adına verilen İsmet Küntay Tiyatro Ödülü’nü aldığım zaman da ilk aklıma o yapım geldi. Çünkü bizim evlerimiz sokağın sesi, isyanın izdüşümü, ölümüne dostluğa dair tarihin yazıldığı yerlerdi.

O kadar canlı, sıcak ve tertemiz. 

İlgili Konular: #Şiir #hikaye

Yazarın Son Yazıları

Rıfat Ilgaz Sempozyumu

Rıfat Ilgaz’ı üç kere gördüm.

Devamını Oku
20.12.2025
Yayıncılık krizi kapıda...

Yayıncılık krizi kapıda...

Devamını Oku
13.12.2025
Kapitalizmin laneti futbolda şike...

Sam Shepard’ın yazdığı “Aç Sınıfın Laneti” vahşi Amerikan rüyasının çöküşünü bir çiftlikte yaşayan dört kişilik ailenin hikâyesi üzerinden anlatır bize.

Devamını Oku
06.12.2025
Erhan Gökgücü Ödülleri

Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında aklımda ellenmeden duran bir bölüm vardır.

Devamını Oku
29.11.2025
Çocuk Mezarlığı

Geçtiğimiz hafta Urfa’da marangoz atölyesinde çalışan bir çocuk işçi cezalandırılmak maksadıyla önce soyuldu.

Devamını Oku
22.11.2025
Evler...

Gülten Akın “Evler” şiirinde dediği, “Odaları şarkı tutan ev/ biri mistik biri güncel biri öyle eski/ pancursuz, yeşile gizli, çekilmiş yarışmalardan, melâli hüzünden ayıran ev/ işte o ev”di bizim ev de...

Devamını Oku
15.11.2025
Bizi Öldürdükleri Yer: İlhan Erdost Mezarlığı

12 Mart’ın hemen sonrası.

Devamını Oku
08.11.2025
Otel odalarında…

Otel odalarında…

Devamını Oku
01.11.2025
Bir Davanın Düşündürdükleri: Toplumsal Cinayet

Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, dünyanın en güzel adalarından birinde geçer: Mercan.

Devamını Oku
25.10.2025
Kitabın onurunu korumak

D.H. Lawrance “Kitaplar” adlı denemesinde, “Bir kitap iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur. Yalan söylemek için eşi bulunmaz bir yer...” diyor.

Devamını Oku
18.10.2025
Okan Toygar’la Ataol Behramoğlu söyleşisi: ‘Hayatımız Güzeldir’

Yıl: 1983. Tren iki saat kadar rötar yaptığı Kapıkule’den ayrılmak üzere.

Devamını Oku
11.10.2025
Bir kadının hikâyesi

Kardeşim Zeynep Altıok’la birlikte geçtiğimiz haziran ayında Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Asım Bezirci üzerine bir panel gerçekleştirmiştik; şimdi de Bezirci için o panelden yola çıkarak hazırlayacağımız bir kitap çalışması için kolları sıvadık.

Devamını Oku
04.10.2025
Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda Yaşar Kemal

“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır...

Devamını Oku
27.09.2025
Çizgi roman denilince...

90’lı yıllarda Ankara’da bir üniversite öğrencisiyken ders çıkışı sınıf arkadaşımla sahafları dolaşırdık.

Devamını Oku
20.09.2025
Hangi 12 Eylül?

Yıllar önce okumuştum Yiğit Bener’in yazdığı “Eksik Taşlar” romanını.

Devamını Oku
13.09.2025
Kültürün demokratikleşmesi için festivallerin yaygınlaşması

Son yıllarda “kültür politikası” üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek.

Devamını Oku
06.09.2025
Yanı başımızda oluşan nefret dili

Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız.

Devamını Oku
30.08.2025
İki deprem: Sındırgı depremi ile siyaset depremi

“Hadi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,/ Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları...”

Devamını Oku
16.08.2025
Gazze’de katliam, dünyada ikiyüzlülük

Geçtiğimiz günlerde son on beş yıldır Gazze’ye gönüllü olarak giden İngiliz doktor Nick Maynard’ın İsrail’de devam eden gaddarlığı anlattığı haberler yansıdı basına.

Devamını Oku
02.08.2025
Adalet terazisi

Paris’te bir sonbahar günüydü...

Devamını Oku
26.07.2025
Attila Jozsef dosyası

“Notos” dergi bu ayki sayısında Sevgican Yağcı Aksel’in hazırladığı Attila Jozsef dosyasıyla okurla buluşuyor.

Devamını Oku
19.07.2025
Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Sivas’tan sonra Rıfat Ilgaz’ı anımsamak...

Devamını Oku
12.07.2025
Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner...

Devamını Oku
05.07.2025
Bilimden yana edebiyata doğru

Bizlerin yaşam döngüsü tam otuz iki yıldır ortaçağ karanlığı olarak nitelendirdiğimiz Sivas katliamının yaşandığı o kara günde saklı...

Devamını Oku
28.06.2025
Nükleer savaş dersleri

Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye.

Devamını Oku
21.06.2025
Siz Nihat Genç deyin ben abi…

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını “birleşme” olarak yorumlar...

Devamını Oku
14.06.2025
Cezaevi kapısında...

Bugün bayramın ikinci günü. Canımız sıkkın, yüreğimiz buruk. Düşünceleri nedeniyle kırk kilit altına alınanlarla özgürce buluşuncaya kadar tadımız tuzumuz yok!

Devamını Oku
07.06.2025
Sarıyer Edebiyat Günleri

Geçtiğimiz hafta pazar günü Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği “12. Sarıyer Edebiyat Günleri”nde “Öykücülüğümüzün Yüz Yılı” başlıklı bir panelde Sadık Aslankara, Özcan Karabulut, Hürriyet Yaşar’la birlikte konuşmacıydım.

Devamını Oku
31.05.2025
Bir Aydınlanmacı: Refik Ahmet Sevengil

Elimde uzun süredir Cemal Ünlü’nün kaleme aldığı “Söylemenin Vakti Var: Bir Yirminci Yüzyıl Bilgesi: Refik Ahmet Sevengil” kitabı var.

Devamını Oku
24.05.2025
İç sıkıntısı

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar.

Devamını Oku
17.05.2025
Dün, bugün, yarın

Dün, bugün, yarın

Devamını Oku
10.05.2025
Bir ‘örgü’ meselesi

Bir ‘örgü’ meselesi

Devamını Oku
03.05.2025
Yazarın masası

Yazarın masası

Devamını Oku
26.04.2025
Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Saf kötülüğün karşısında ayakta kalmaya çalışan iyilik

Devamını Oku
19.04.2025
İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

İyi ki doğdun Ataol Behramoğlu

Devamını Oku
12.04.2025
‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

‘Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!’

Devamını Oku
05.04.2025
Hüzünlü bir tiyatro günü

Hüzünlü bir tiyatro günü

Devamını Oku
29.03.2025
Onur mücadelesi

Onur mücadelesi

Devamını Oku
22.03.2025
Başka bir sağlık sistemi mümkün

Başka bir sağlık sistemi mümkün

Devamını Oku
15.03.2025
‘Kadınlar da Vardır’

‘Kadınlar da Vardır’

Devamını Oku
08.03.2025