Coetzee’nin çok sevdiğim romanı “Utanç”a, bir “modern diller” hocasının, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde “romantik şairler” konulu bir ders verirken öğrencisiyle yaşadığı rahatsızlık verici ilişkiyi sorgulayarak başlarız. Gerçekten de yaşlı kurt kendinden otuz yaş küçük bir çocuğun Lord Byron’dan şiirler okuyarak bedenini ele geçirir. Kısa bir süre sonra da cinsel taciz soruşturmasına uğrar, okuldan uzaklaştırılır. Genç kızın intihar girşiminde bulunması bile David’in bakışını yerle bir edemez. Kızının yanına sığınır. Ancak bu defa kızı bir siyahinin tecavüzüne uğrar. O, evladına bir türlü yardım edemez. Mağdurun tarafında olunca kendini gerçek anlamda sorgulamaya başlar. Çaresizliğiyle yaşadıklarını kabullenmesi iç içe geçer süreçte... Modern diller hocasının hiçbir canlının aşağılanmaması kalbini acıtırken bizler de “utanç” duygusunun nerede başlayıp nerede bittiğini sorgularız. Bir adam kendisi genç bir öğrencisini taciz ederken bir yerden sonra kendi kızının uğradığı tacizle hesaplaşıverir. Bu bile başlı başına şiddet, nefret gibi temel durumları düşünmemize imkân sağlıyor. Ne yazık ki iktidarın bize sunduğu bu dil çok yaygınlaştı. Masadaki en yakın arkadaşımız bile böylesi bir nefret dilinin tuzağına düşebiliyor. Herkes sanki vampir filmlerinden fırlamış gibi kan istiyor. Böylece en yakınındakini bile muazzam bir iştah içinde çiğ çiğ yemek için şehvetle harekete geçiyor.
***
Çok açık ki bir süredir oluşan bir nefret olgusu hemen herkesi kapsıyor. Nefret dili üzerinden gelişen kimi toplumsal olayların yanı başımızda cereyan etmesi ve doğal olarak tedirginlik duymamız yeni bir olgu değil, kuşkusuz. Ancak nefret suçlarına yönelik yaptırımın yetersiz kaldığı kocaman bir gerçek. Genel olarak insanların bilimsel, akademik bir söylem içerisinde ya da edebi bir dille çeşitli konularda yaptıkları eleştiriler, kolaylıkla dava konusu olabiliyor. Oysa nefret, o dilin sahibini de aşacak şekilde kolayca eyleme dönüşebiliyor. Hatta bir anda hedef göstermeye, linç etmeye kadar uzanan toplumsal vakalarla karşılaşıyoruz. Coetzee’nin “Utanç” romanında bir imge olarak siyahinin genç bir kadına taciz/tecavüzün arka planında siyah beyaz çatışması ile sınıf nefreti yatıyor. Peki daha bilinçli olarak nitelendirebileceğimiz bir insanın siyahilere yahut “ötekilere” saldırması? Bu da onun “düşünemez” kılınmasıyla ilgili değil mi?
***
Eskiden gazete ve dergilerin yapamadıkları şimdilerde önce sosyal medyada karşılık buluyor. Hemen toplum vicdanındaki en hassas noktalara atıf yapılıyor: Dini ve milli değerler! Bunların karşısında düşmanlaştırılan bir ya da birkaç kişiye sistemli psikolojik linç uygulanıyor. Nitekim bu ülkede pek çok aydın öldürümde dini ve milli değerler provakasyon malzemesi olarak kullanıldı! Siyasi cinayetlerde de tetikçilerin genel argümanı bu noktaları kullanarak öldürümü meşru görmesidir.
***
Dahası da var. Toplumsal kutuplaşmaların ve gerilim hatlarının sarsıcı bir noktaya eriştiği yerlerde kendini otorite yerine koyan bir insan/ güruh çıkar karşımıza. O güruh her şeyin üstündedir artık! Oysa bildiğimiz anlamda hukukun altını oyan eylemlerdir bunlar. Böyle eylemlerden sonra esas olarak yönetim düşer; bir süre sonra da hak, hukuk diye bir şey kalmaz. Bu dönemlerde ise iktidarda bir süreliğine de olsa meşruiyet sağlamaya çalışanlar muhalifleri linç etmenin yollarını arar.
***
Dahası böylesine bir atmosferde toplumsal dinamikler, sürekli kin, nefret odaklı konuşmalar yaşantımızın bir parçası oluverir. Otobüste yolcu yolcuya saldırır, sokakta adam karısını şişler, işyerinde iş arkadaşı düşmanı olur, velhasıl kamusal alan tedirginlik verici bir noktaya doğru gider. Böylece toplumun ayarı bozulur, tüm bireyler güvenliksizlik atmosferinin parçasına dönüşür. Çünkü özne olamadıkları yerden birilerine ayar vermek istemektedirler.
***
Bu ülkede cephe alınması gereken olgular ortakken en yakınları birbirine kırdıran anlayışın nefret diliyle bütünleşmesi birilerinin başarıya ulaştığının açık temsilidir. Bunun insandan katil yaratmayı başarmaktan ne farkı var?