“Çocukluğum cennetimdi.” Annemle birlikte Türk Dil Kurumu’nun merdivenlerinden tırmanır, çalışma arkadaşı Necati Cumalı’nın kız kardeşine, “Günaydın, Mübeccel Hanımefendi teyzeciğim” der, sözlük kolunu selamlardım. Kapıda Cahit Külebi’den çikolatamı kaptıktan sonra doğru Sevgi Özel’in yanına koşardım. Gülten Akın’ın odasının önünde ses çıkarmamak için fren yapar, Sevgi teyzenin kucağına koşarak atlardım. Sanki çocukluğum 12 Eylül’le bitti; Türkçenin şiirle birleşen sesinin güçlü kılındığı, Mustafa Kemal’in kararlılığıyla 1. Dil Kurultayı’nın yapıldığı ilk gün olan 26 Eylül’ler anlam değiştirdi. Çünkü annemin deyişiyle önce “Kurumu paşalar bastı”; Türk Dil Kurumu’nun yapısı baştan aşağıya değiştirildi. Bu defa Şerafettin Turan’ın başkanlığında kurulan Dil Derneği’nce düzenlenen Dil Bayramları sevincim oldu. Her biri direniş, darbe rejimine karşı çıkıştı bu bayramların. Aradan uzun yıllar geçti. Bu sene ilk defa Dil Derneği etkinliğinde Dil Bayramı’nda konuşacaktım. Yeterince büyümemişim; kırk küsur yaşımda su çiçeği oldum. Bir süredir dilbilimci-yazar Sevgi Özel önderliğinde yoluna devam eden Dil Derneği bu yılki etkinliğini Yaşar Kemal’e adadı. Eğer katılabilseydim Zeynep Oral yönderliğinde, Feyza Hepçilingirler ve Metin Turan’la birlikte “Yaşar Kemal, Dil ve Sanat” başlığı altında konuşacaktım. Ancak konuşmanın satır başlıklarını paylaşabiliyorum sizinle:
Yaşar Kemal’in yazmış olduğu tiyatro eseri olmamakla birlikte romanlarından sahneye uyarlamış metinler vardır; en bilinenleri “Ağrı Dağı Efsanesi”, “Teneke” ve “Yer Demir Gök Bakır”dır. Sahneye uyarlanan eserlerindeki ortak özellik bir anlatıcının varlığıdır. Bunun nedeni Kemal’in epopeyle iç içe geçen anlatımıdır. Octavio Paz, “Destansız bir toplum olamaz” derken yerinde bir tespitte bulunmaktadır. Destanlar, her toplumun kuşaktan kuşağa aktarılan tartışmasız en büyük mirasıdır ve yazılı edebiyattan önce ortaya çıkmıştır. Homeros gibi ozanlar bu söylenceleri birleştirmiş, anlatım bütünlüğüne kavuşturmuş, sonraki çağlara emanet etmiştir. Bu doğal destanlara karşılık bizde Nâzım Hikmet, Dağlarca, Ataol Behramoğlu gibi ozanların tarihsel olaylar çerçevesinde kaleme aldığı destanlar gerçek olaylar üzerine kurulduğu için klasik destandan ayrılır.
***
Yaşar Kemal yalnızca destan yazarı olarak nitelendirilemez. Nitekim Pertev Naili Boratav destan tanımında, “yozlaşmış biçimiyle, toplumdaki iç çelişkileri, bireylerin ya da sınıfların türlü ilişkilerini değil, toplumu yöneten, ona baş olan ‘ideal’ kişilerin dış güçlerle, bir de olağanüstü yaratıklarla savaşlarını anlatır” açıklaması yapar. Bu tanıma göre, Yaşar Kemal’in sınıflar arasındaki ilişkiyi ortaya koyması, soylu sınıfın ideal kişilerinden çok yoksullukla boğuşanların dramını ele alması bakımından önemlidir. Klasik destancı değil, sınıf bilincinin ayrımında modern bir anlatıcıdır o.
***
Tiyatroya uyarlanan eserlerinde Anlatıcı kullanımı başlangıcını destanlardan alır. Hikâye anlatıcılığının sahnedeki ayrıntılandırması inanışlar, töreler, törenler, atasözleri, deyimler, sözcük öbekleri, tekerlemeler, ağıtlarla yapılır. Bu noktada insan doğa-insan insan çatışmasının temel ilkelerini çağrışımlarla ve geriye dönüşlerle ortaya koyar.
***
Yaşar Kemal’in sahne uyarlamalarında ortak olarak ele alınan bir başka özellikse, gerçekçi doku bir yerden sonra olağanüstülüğe geçer: seyirci her şeyi olağan gördüğü bir yapının içinde kendini bulur. Onda doğa 19. yüzyıl parnasçılarının muhteşem ve tanrısal doğa anlayışının çok dışındadır; ihtişamlı olduğu kadar tehlikeli, yok edicidir de. Nitekim Ali Püsküllüoğlu’nun hazırladığı “Yaşar Kemal Sözlüğü”nde doğaya dair maddeler vardır: “Dağa çıktım, dağlar nennileniyordu” gibi. Ceyhun Atuf Kansu da Yaşar Kemal’e seslenen bir şiirinde doğayla ilişkisini şöyle betimler, “Yaşar Kemal yayların sözlüğü”.
***
Biz, Yaşar Kemal’i tiyatro sahnelerinde dilimizi Emin Özdemir’in deyişiyle bir prizma gibi genişletip sahneye de uzanan yüz akı eserleriyle kucaklıyoruz.