Dünya şu sıralar, insana dair özellikler taşıyan robotların yapımını ve gelecekte bunların dünyayı ele geçirme olanağının bulunup bulunmadığını tartışıyor. Bu arada bir dişi robot, (kadın içgüdülerini taşıyan) fuarda gördüğü aşırı talep sonucu, çıldırmış. Öyle diyorlar. Ben de burada bilime bir katkı yapıp; ülkemizin robotların işgalinde olduğunu söylemek ve bunu ispat etmek istiyorum. Öyle, cemaatlerin ve AKP kadrolarının robotlara benzediklerine karar verdim. Hatta robot olduklarına karar verdim. Az sonra söyleyeceklerim bir komplo teorisi olarak düşünülebilir ama komplo teorileri de durup dururken ortaya çıkmaz. Elde somut birtakım verilerin olması gerekir. Bizde fazlasıyla var. Ayrıca bu teori tüm dünya için de geçerlidir.
Şimdi başlayalım... Cemaat ve AKP kadrolarındaki pek çok insan, dini eğitimden geçmiştir. Ben din eğitimi görmediğim için, bu eğitimin insanı küçük yaşlarda nasıl ele geçirdiğini, nasıl bir düşünce yapısı oluşturduğunu bilmiyorum. Bildiğim tek şey, beynin sürekli yinelenen bilgilerden sonra, yeni bilgileri almadığını, bunları elediği.
Ayrıca bildiğimiz bir şey daha var. Din eğitimi, “mutlaklar” üzerinden hareket eder ve asla sorgulama yapmaz. Sorgulama yapmayan bir beyin, bir süre sonra donar. Ve beyin donması ölümcül bir şeydir. Bu şu demektir, tüm duygular donar!
O kişi artık, kendi öğretileri doğrultusunda, insan öldürmeyi bile kabul eder. Öldürür de! Şefkat, acıma, merhamet, adalet duygusu, sevmek, acı çekmek, vicdan azabı çekmek, utanç, inanç, o kişi için mümkün değildir. Çünkü tüm bu insana ait duygular, beynin çalışması, sorgulamasıyla mümkündür. Sorgulamayan, donan bir beyin artık insani olan tüm duygularından sıyrılmış ve sadece kendi doğruları için yaşayan, bir robot haline gelmiştir.
Robotlaşan kişi için, kendi doğruları dışında yaşayanlar yok edilmesi gereken unsurlardır. Çünkü robotlar, merhamet duygusunu bilmezler. Bu nedenle, on yaşında kendinden kırk yaş büyük bir adamla zorla evlendiren kızın acısını hissedemezler. O nedenle, işinden atılan, ev kirasını veremeyen, çocuklarının karnını doyuramayan bir işçinin içinde bulunduğu utancı anlayamazlar.
Nijerya’da çağdaş bir eğitim gördükleri için yatılı erkek okulunu basıp, kırk öğrenciyi kılıçtan geçirirler ya da bizdeki gibi evrim teorisini okullardan çıkarıp yaratılış teorisini hayata geçirmeye çalışırlar. Ya da iki Kürt asıllı Türk vatandaşı iki inşaat işçisini sokak ortasında çırılçıplak soyar ardından da infaz eder. Robotlar, bir gün dünyayı ele geçireceklerini, içlerinden birinin halife ya da başkan olacağına, kendi doğrularının dünyayı kuşatacağına inanırlar. İnanmamak ellerinde değildir, çünkü onlar robottur! Beynin en önemli özelliği akıl, onlarda yoktur. Dünyanın bambaşka bir yere doğru evrildiğini, teknolojiyle birlikte insanların dünyanın en küçük bir köyünde bile olup bitenden haberdar olduğunu kavrayamazlar. Bu nedenle sadece çevrelerindeki insanları değil, tüm dünyayı kendilerine düşman olarak alırlar.
Ve düşman öldürülmelidir, suyu kesilmelidir, düşünceleri yok edilmelidir.
Robotların özel hayatı yoktur. Ağlamayı bilmezler. Sevinmeyi bilmezler. Gökyüzünün renkleri, doğanın muhteşem görüntüsü onlara hiçbir şey ifade etmez. Güzelim sofralarda aşk, felsefe, bilim konuşmayı beceremezler. Adalet duygusu onlarda yoktur. İnancı da bilmezler. Onların bildiği inanç biçimi, kendileri dışında varolanı yok saymaktır.
Sözün kısası bir robot kuşatmasıyla karşı karşıyayız. Bilimkurgu filmlerinde robotlar yenilir. Bakalım bizde neler olacak?
Not: Robotlaşma, yıllardır muhalif bir kimlikle yaşayan, şiir yazan bazı solcuları da ele geçirir. Ve o kişi ansızın, arkasında onlarca faili meçhul cinayeti olan eski bir bakana methiye yazabilir ya da kendisini ona adar. Robotlaşma saridir. (Bakınız: Meral Akşener Gerçeği (30 Eylül 2017), Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet gazetesi.)
Robotlaşma saridir, solcu şairlere de bulaşır...
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım sevdiğim tahta heykeller diyarı Değirmendere’ye taşındığımdan beri dostlarım, okurlarım beni hiç yalnız bırakmıyorlar.
Sevgili okurlarım, son yazdıklarıma bir göz gezdirdim.
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar
Hep birlikte haykırıyoruz: ‘O gün bugündür!’
Cihatçılar Alevileri ve muhalifleri öldürürken...