Öztin Akgüç

Ekonomik Kriz

27 Mart 2015 Cuma

Ülkede ekonomik kriz tartışmaları “avuç yalama” gibi bilimsel argümanlarla, kanıtlarla da sürüyor. Bir konu tartışılırken tanım verilmeli, çerçeve çizilmeli, ölçüler, kriterler konulmalıdır. Aksi halde afaki, dayanaksız, gelişigüzel bir konuşma, söyleşiden ileri gitmiyor. Ekonomik krizin ölçütleri sayısal olarak belirlenmelidir.
Yıllar önce Türkiye IMF’ye son borç taksitini ödeyip, ekonomide başarı nutukları atılırken, ekonominin yüksek fiyat artışı ile birlikte uzun süreli durgunluk, iktisatçıların stagflasyon olarak nitelendirdikleri bir sürece girdiğini, sonunda IMF’ye yine başvurmak zorunda kalınacağını savunmaya çalışmış, doğal olarak da inandırıcı olamamıştık. Ölçü olarak TÜİK katkısı dahil ortalama yıllık yüzde 3 düzeyini aşmayan büyüme hızı, yüzde 10’un üstünde işsizlik, çift haneye yaklaşan enflasyon, yüksek GSMH’nin yüzde 4 - yüzde 5’i dolayında cari işlemler açığı, açığın finansmanının kalitesinin düşmesi, durgunluk içinde enflasyon tanısının ölçütleri oluyordu.
Ülkede, yüzde 3’ün altında ortalama yıllık büyüme hızı, yüzde 10’u aşkın açık dar tanımlı işsizlik, çift haneye yakın fiyat artış hızı, finansal piyasalarda istikrarsızlık.. Bu göstergeler, bir ülkede ekonomik kriz için yeterli ölçüler olabilir. Bu ölçüler, kriz tanımı için yeterli görülüyorsa kriz tanımı yapıp ölçütlerini, göstergelerini ortaya koymak gerekir. Bu ölçütlere ekonomik küçülme de eklenebilir. Ekonomik küçülme ile yanı sıra yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, bütçe ve cari işlemler açıkları birlikte yaşıyorsa, o zaman tanı ekonomik durgunluk değil, ekonomik çöküntü olmalıdır.
Kriz ölçüleri sayısal olarak belirlendikten sonra diğer soru, ekonomide istikrarsızlığın iç mi yoksa dış kaynaklı mı olduğudur? Dış kaynaklı tanısıyla ekonomideki başarısızlık hafifseniyor. Bu anlamda kamuya “elle gelen düğün bayram” iletisi veriliyor. Kuşkusuz dış ekonomik gelişmeler, küreselleşen dünyada tüm ülkeleri etkiliyor. Ancak etkilenme dereceleri çok farklı. Son USD rallisinde hiç etkilenmeyen ülkeler olduğu gibi, sınırlı ölçüde etkilenen, genelden negatif olarak ayrışan ülkeler oldu. Örneğin Hindistan Rupisi hiç etkilenmez, hatta hafifçe değer kazandığı halde. Rus Rublesi’nin değer kaybı bile sınırlı boyutta kalırken, en çok etkilenen, genelden negatif yönde ayrışan iki ülke Türkiye ve Brezilya oldu. TL ve Real yıl başından bu yana en çok değer yitiren paralar grubunda yer aldı.
Ülkede iç tasarruf yetersizliği, üretken yatırımların azlığı, süreğen cari açıklar, kısa süreli sıcak paraya bağımlılık, hanehalkının borç yükü/gelir oranının yüzde 50’yi aşması, hanehalkı borç toplamının 350 milyar TL düzeyine yükselmesi, özel sektörün finansman yapısının bozukluğu; tüm bunlar dış gelişmelerin etkilerini şiddetlendiren iç etkenler. Tüm olumsuz ekonomik göstergelere şimdilerde bir de bütçe açığı ekleniyor. Övünülen konulardan biri de mali disiplin sağlanması idi. Artan ithalat nedeniyle dış ticaretten alınan vergilerde sıçrama, özelleştirme hasılatından bütçeye yapılan aktarmalar, mali disiplin izlenimi verdi. Artık bu geçici nedenler de söz konusu olmamaktadır.
İzlenen politikalarla Türkiye’nin büyüme hızını yüzde 3’ün üzerine çıkarması, işsizlik oranını kalıcı şekilde yüzde10’un altına indirmesi, enflasyonu hedef düzeyine çekmesi, finansal piyasalardaki dalgalanmaları, istikrarsızlığı önlemesi olanaklı görülmüyor. Böyle bir ekonomik tabloya tanı koymak gerekiyor. Kriz mi, durgunluk mu, istikrarsızlık mı?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları