Özdemir İnce

Çevirmenin çilesi

21 Aralık 2018 Cuma

Rahmetli arkadaşım Atilla Tokatlı 70’li yıllarda bir ara (nedense) İstanbul’u bırakıp Ankara’ya gelmişti. Galatasaray mezunuydu, Paris’te sinema sanatı konusunda yüksek öğrenim görmüştü. “Denize İnen Sokak” (1960) adlı filmi yurtiçinde piyasaya çıkmadan 21. Venedik Film Festivali’nde özel programda gösterilmişti. Ama nedense sinemayı küt diye bırakmıştı.
Sinemayı neden bıraktığını, neden çeviriden başka bir iş yapmadığını hiç sormadım. Âdetimiz böyleydi, anlatılmadıkça sormazdık. Çeviri yaparak geçinip yaşıyordu. Çeviri kitap sayısını yüze çıkardığı zaman emekli olacağını söylemişti. Yüz kitabın 10-12’si nasıl olsa her yıl yeni baskı yapardı; bir kitabın çeviri ücreti de insanı bir ay geçindirirdi.
Doğrudur: Ben de Régis Debray’den çevirdiğim küçük bir kitabın çeviri ücretiyle Bodrum’da 15-20 gün tatil yapmıştık Ülker’le. Belki Tan bile vardı yanımızda. Kitabın adı Zamane Delikanlısı idi, Habora Yayınevi (1970) yayımlamış ve 700 eski Türk Lirası ödemişti.

***

Oysa şimdi, yazar ve çevirmen Işık Özgüden, 2018 yılında çevirmenin hali pürmelâlini tasvir ettikten sonra yazıyor:
Kısacası, kitap çevirmenliği gibi vasıflı bir emek gerektiren bu alan en vasıfsız emek için devletin öngördüğü insanlık dışı koşulları bile karşılayabilmekten yoksundur. Bu nedenle de yayın sektörünün temel ihtiyacı olan ‘profesyonel kitap çevirmeni’ sayısı son derece azdır.
Bu örneği somutlamak istersek, Türkiye’de 2018 itibarıyla asgari ücret net 1603 TL’dir (bu parayla tek bir kişinin bile yaşayabilmesinin mümkün olmadığı gerçeğini bir yana koyalım şimdilik). Bir çevirmenin eline her ay net 1500 TL’nin (yani asgari ücretten de düşük bir rakamın) geçebilmesi için, Çevirmenler Birliği’nin (Çev-Bir) saptadığı asgari sözleşme koşulu olan brüt %7 üzerinden ve 2000 baskı sayısıyla (ki şu an birçok yayınevinin baskı sayısı azami 1500’dür) yapılmış bir anlaşma sonucunda, en az 120-150 sayfalık bir kitabı bir ay içinde çevirmesi, çeviri metnin tekrar okumalarını, düzeltmelerini, gerektiğinde başka kitaplarla yürütülecek araştırma ve incelemeleri de bu zaman süresi içinde yapmış olması; teslim ettiğinde yayınevinin hemen ödeme yapması (ki birçok yayınevi ödemeyi kitabın basılmasını takip eden aylara yaymaktadır); üstelik hemen ardından yeni bir çeviriyi, bir sonraki ay ve diğer aylar da yeniden başka çevirileri bulabilmesi gerekir. Böyle bir çalışma temposunda ne hafta sonu tatili, ne yıllık tatil, ne de olası sağlık koşulları dikkate alınmıştır. Kısacası bu imkânsız bir durumdur, hele ki bir aile yaşamını böyle sürdürmek hayal bile edilemez. Şunu da asla unutmamak gerekir ki, asgari ücretin altında bir aylık alabilmek için bu tempoda çalışması beklenen kişi en az iki dili gayet iyi bilip kullanabilen, dünya kültürüne vâkıf, yani Türkiye ortalamasının üstünde kalifiye bir emeğin satıcısıdır.” (T24, 22.10.2018)

***

Çeviri işinde de, değerlendirilmesinde de çevirmenin emek hakkı yenir. Eskiden çevirmenin adı kitap kapağına yazılmazdı. Bu yobazlığın aşılmasında epeyce etkim oldu. Çeviri kitap tanıtımı, eleştirisi yapanlar, çevirmenin adını anmazlar. Yazarın üslubundan söz ederler ama o üslubun patenti yazara değil çevirmene aittir. Bu konuda da kaç kez yazdım ama suç tanıtım yazarlarından çok editörlerde. Bu eksikli yazılar asla yayımlanmaz. Önce editörler mesleklerini öğrenecek. Sonra her şey epeyce düzelir.

***

Çeviri; budunu, kültürü, edebiyatı ve sanatı “ensest”ten korur. Aşiret dışı evlilikler (yani yabancı dilden çeviriler) soyun beden ve akıl sağlığını korur. Aile içi evlilikler (okumalar-yazmalar) insan soyunu (kültürünü) sakatlar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sorumluluk 16 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları