Mersin’de, çocukluğumda, o zamanlar adı Bozkurt olan caddenin üzerindeki Büyük Çıkmaz Sokak’ta (artık çıkmaz değil) otururduk. Cadde, Yoğurt Pazarı ile Kuru (şimdi Süslü Çeşme diyorlarmış) arasında uzanırdı, Koca Çizmeli Ormancı Ahmet (Uygun) Efendi ile evli olan, benim çocukluk aşkım ve tanrım Kevser halamın evi bu cadde üzerindeki sokağı çıkmaz yapardı. Yazıya giriş tamam oldu.
Sıkı rakı içip zurna gibi sarhoş bıçkın mahalle kabadayıları adını andığım caddelen geçerken “Allööşşş! Var mı bana yan bakan!” diye kabarırdı. Arkasından “Yürrü kerreste müdürüüü” yanıtını alırdı mahalleliden. “Yürrü kereste müdürü”nün ardından “zort” (iki avuç arasına üfleyerek çıkartılan ses) çekilirdi!
Bu tören dönemin folklorunun önemli bir parçasıydı.
***
Aslında, eski ve artık emekli olan Diyanet İşleri başkanı için bir yolluk yazısı yazacaktım ama yazı masama oturduğum sırada bir çocukluk arkadaşım telefon etti. Laf lafı açtı, benim arkadaş, siyasal bakımdan vefasız bir ortak arkadaş için “Yürrüsün kerreste müdürü” dedi ve arkasından zort çekti gülüştük.
Görev süresini doldurup emekli olan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş için bu protokolü uygulamak söz konusu olmadığı gibi benim türümden eski usul “bobstil”1 entelektüele hiç mi hiç yakışmaz. Yukarıda ettiğim sözler “meclis”in dışındadır.
Bu kadar gevezelikten sonra taze emekli Erbaş’ı uğurlama faslına gelelim:
Görev süresi boyunca, devletin yüksek makamlarına atanan memurların belli gün ve törenlerde Anıtkabir’i ziyaret ederek “çelenk sunmak ve saygı duruşunda bulunmak” geleneğine uymaması, yıllar boyunca hedef olduğu kınamalı söz ve yazılara kulak asmaması dikkatleri üzerine çekmiştir.
İster dindar olsun ister dinsiz, ister yaşasın ister tahtalı köye göçmüş olsun onurlu bir insanın, insan olan insanın “Arkamdan ne derler” kaygısı en önemli ahlak ve etik ilkesi olmalıdır. Böyle bir kaygı ve ilkesi olmayan dindar istediği kadar koyu dindar olsun “Arkamdan ne derlerse desinler” diyorsa inancı falan yoktur. Fasa fisodur! Eski ve emekli Diyanet İşleri reisi böyle bir insandı.
Mustafa Kemal Atatürk senin ülkeni değil aynı zamanda dinini ve dilini de kurtardı. Sana ne yaptı da nefret ettin ondan? Makam tutkusu, otomobil marka aşkı olan, bütün varlığıyla nepotizmin kulu ve kölesi olmuş kişi, Atatürk ve Cumhuriyeti sevmiyorsa ona “Yürrü kerreste müdürü!” derler ve arkasından da zort çekerler!
Cumhuriyetçi gazeteler Ali Erbaş’ı “Şeyhülislamlığa özenen Diyanet İşleri başkanı” olarak tanımlıyor. 13 Eylül 2025 günlü BirGün gazetesi de durumu “Laikliği ortadan kaldırma hamlelerini hızlandıran rejim bu yolda Diyanet İşleri Başkanlığı’nı seferber etti. İktidar Diyanet’i aparat olarak kullanarak Osmanlı Devleti’ndeki şeyhülislamlık gibi bir makam oluşturdu” diye betimliyor Ali Erbaş’ı.
Saltanat döneminde nepotist (akraba kayırmak) bir zihniyetle hareket ettiği biliniyor. Cuma hutbelerinde laik Cumhuriyet karşıtı görüşleri savundu ama “Topu İrşat Başkanlığı’na attı” (Cumhuriyet, 19.09.2025). Sanki o birimin amiri değilmiş gibi. Peki soruşturma açtı mı? Hayır! Audi A8 modeli otomobil alarak makam aracını 6’ya çıkardı ve “Korkumuzdan araç alamıyoruz” diye yakındı. Silahşör heveslisi bir zat idi. Elinde kılıç olmadan konuşmamaya özen gösterirdi. Kılıçla Ayasofya’yı camileştirdi. Bir kez bile Anıtkabir’e gitmedi. Hükümetin böyle bir yüksek devlet memurunu görevden alması gerekirdi ama böyle bir şey olmadı.
Bu muhterem zat iki kez beni mahkemeye verdi. İlkinde, 26 ve 27 Kasım 2021’de Konya’da yapılan Uluslararası İhtida Kongresi’nde “Doğan her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, Allah indinde din İslamdır” buyurduğu için kendisini güzelce okşayan bir yazı yazdım Cumhuriyet gazetesinde. Yazıda yer alan “saçma”, “safsata”, “biyoloji ve sosyolojiden habersiz”, “cahilane”, “nifak tohumları” gibi değerlendirmeler yüzünden beni mahkemeye verdi: Ankara 25 Asliye Ceza Mahkemesi Dosya No:2022-979 E.
Kendimi savunduğum ve Ankara’daki mahkemeye sunduğum savunmamda “Konuşma hem bilimsel gerçeklere hem Türkiye Cumhuriyeti anayasasına aykırıdır ve bundan dolayı da görev kusuru olmak gerekir. Ayrıca söz konusu alıntı ayet olarak Kuran’da yer almamaktadır. Öte yandan İslam ulemasının çoğunluğu hadis ve rivayetleri içtihat olarak kabul etmemektedir” demiştim.
Mahkeme bana ceza vermedi, akladı ama muhteremin avukatları da karara itiraz etmedi.
İkinci dava Tele1 kanalında yaptığım konuşma üzerine 14.01.2022 tarihinde Ankara Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı’na dava dilekçesi verilmiş. Hakaret ettiğim iddia edilmekte. Dilekçede şu satırları okuyoruz: “Ebu Hureyre (r.e)’den rivayet edildiğine göre, Allah’ın resulü (s.o.s) şöyle buyurmuşlar. ‘Her doğan çocuk islam fıtratı üzerine doğar. Sonra annesi, babası onu Yahudi, Hıristiyan veya mecusi yapar’ hadisi sahih hadislerden olup kaynağını Kuranı Kerim’den almaktadır. Ki ayrıca Hadislerle İslam kitabının 4. cildinin 141’inci sayfasında bu hadis yer almaktadır.”
Bu dilekçe üzerine üç yıldır ifadem alınmadı, mahkemeye çıkarılmadım. Nedenini bilmiyorum.
Ancak avukatlara da bir sözüm var: Şikâyette bulundukları kişinin İslamdan habersiz ve danışmansız olduğunu sanıyorlar. İslam bilimcileri nezdinde uyduruk hadis fabrikatörü Ebu Hureyre’nin dirhem itibarı yoktur. Bu bağlamda onlarca belge var. Avukatlar, Müslüman doğan çocuklarla ilgili hadisin kutsal Kuran’da da yer aldığını ileri sürmekteler ama ayet numarası ve adı eksik.
Cumhuriyet, Atatürk ve devrimlerle sorunu olan TC vatandaşları allemeicihan olsalar da (ki olamazlar), dolaylı ya da dolaysız bir din devleti için rezil olmaktadır. Ayrıca yüce Tanrı’nın verdiği akıl yetisini iyi kullanmadıkları için günaha da girmekteler!
---
1- Bobstil, 1940’lı yıllara damga vuran züppece giyim tarzını ve bu giyim tarzını benimseyen tipleri karşılayan kelimedir. Türkiye’de sinemanın yaygınlaşmasından sonra bilhassa büyükşehirlerdeki gençlerin Hollywood aktörlerini kıyafet, tavır ve davranış bakımından taklit etmeleriyle ortaya çıkmıştır.