Ülkemizde edebiyattan en ince bilimlere kadar tuhaf bir alışkanlık vardır. Geçmiş sanki yoktur, her şey ilgili öznenin kendisiyle başlar. Özellikle de edebiyatta: “İmge” yani “imaj” (image) kavramı diyelim. Ataol Behramoğlu kardeşim, 1983 yılında bir gün Ankara’da bana “Yahu ihtiyar, şu imge denen konuda bir yazı yaz da öğrensin millet” deyinceye kadar bu konuda tek yazı yazılmamıştı. Yazmam gereken bütün yazıları yazmışımdır, yazarım ve yazacağım. Bağışlayın, şimdi (Böbürlenmiyorum ama isteyen öyle sayabilir!) yaptığım işten söz ediyorum: Oturdum 50 sayfalık bir inceleme yazısı yazdım. Yazı Varlık dergisinin temmuz, ağustos, eylül, ekim ve kasım aylarında yayımlandı. Yazıyı Şiir ve Gerçeklik adlı kitabımda okuyabilirsiniz. Yazmak için “istiare”ye yatmadım, Fransızca ve İngilizce kaynaklardan yararlanarak yazdım ve yararlandığım metinleri de dipnot olarak belirttim. Millet sanki benim yazımı bekliyormuş gibi, çoğunlukla da yanlış yorumlayarak imge üzerine yazılar döktürmeye başladı. Ama bir tek yazıcı bile adımı anıp gönderme yapmadı. Bu sapkın ahlak hâlâ devam etmektedir.
Sözü, günün moda elementi “toryum”a getirmek istiyorum. Sanki Google denen bilgi olanağından herkes habersiz. “Toryum” yazdığınız zaman karşınıza toryum şehidi fizikçi Prof. Dr. Engin Arık çıkar ve onunla birlikte Özdemir İnce’nin adı çıkar. Hürriyet gazetesinde, “Fizikçi Engin Arık”, “Kurtarıcının Adı Toryum”, “Engin Arık’ın Vasiyeti”, “Kurtarıcı Toryum” (beş yazı), “Toryum Raporu”, “Türkiye’nin Beyni Isparta’da Öldü”, “Türkiye’nin Bağımsızlığında Fırsat”... Başka yazılar da vardır ama bu görgüsüzlüğü nankörleri, değer bilmezleri utanmazlar ya utandırmak için yapıyorum. Bir gün Türkiye’de toryum reaktörü yapılırsa adı kesinlikle Engin Arık olmalı.
Son günlerde Eskişehir civarındaki ender (nadir) madenler üzerine gevezelik yapıldığını düşünerek yazımı 4 Aralık 2007 günlü Hürriyet gazetesinde yayımlanan “Engin Arık’ın Vasiyeti” başlıklı yazımı ekleyerek bitiriyorum.
ENGİN ARIK’IN VASİYETİ
“Şimdi sırası mıydı?” Engin Arık, uçak düşerken son bilinç anında bu soruyu sormuştur mutlaka. “Şimdi sırası mıydı?” 26 Temmuz 2003 günü Bağdat’ın Hayfa Caddesi’nde Amerikalı askerlerin namluları üzerimize çevriliyken ben de kendime sormuştum bu soruyu. Ölümle burun buruna gelince insan bu soruyu soruyor kendine? O anda müthiş bir isyan yaşamıştır Engin Arık. Haksız ve adaletsiz bir ölüm!
Kanser haksız ve adaletsiz bir ölüme yol açmamak için girişimini ertelemişti. Kanser döneminde birkaç kez telefonla konuşmuştuk. Hastalıkla ve ameliyatla ilgili olarak. Bizim Tan1 kanserin filmlerini, raporlarını incelemişti. O dönemi biraz biliyorum, biliyoruz.
Isparta’da düşen uçakta yitirdiğimiz Prof. Dr. Engin Arık’la çok yakın arkadaş değildik. Çok yakın arkadaşları bizim çok yakın arkadaşlarımızdı. Benim Engin Arık’ı tanımama toryum neden oldu. Yazımın başlığını da onun toryum aşkını düşünerek koydum.
Tanıdığım ve bildiğim kadarıyla, ailesi içinde, meslektaşı olan eşiyle, çocuklarıyla çok mutluydu; yakın arkadaşlarıyla da mutluydu. Politik olarak son derece mutsuz olduğunu biliyorum. Yazıştık! Toryum çalışmaları dolayısıyla karmaşık duyguları vardı: Çalışma arkadaşlarından, öğrencilerinden memnundu. Ama onun dışında akademik çevreden, hükümet çevrelerinden, TÜBİTAK gibi kurumlardan hoşnut olduğunu söyleyemem. Bilen biliyor!
Basın ve medya da fizik alanında ne yaptığını bilmiyordu Engin Arık’ın. Ben de... Ta ki bir rastlantı sonucu aynı masa çevresinde oturuncaya kadar.
Hisarüstü’nde, yeni evlenmiş bir çift ile tanıştırılmak için davet edilmiş konuklar arasındaydık. Siyaset ve futbol birbirini tanımayan insanların birbirine alışma alanıdır. Bizim masanın konusu “sanayi siyaseti” idi. Lenin’in “Elektrik eşittir uygarlık” sözünden esinlenerek “Ucuz elektrik eşittir sınai kalkınma” demiştim.
“Kurtarıcının üzerinde oturuyorsunuz ama haberiniz yok!” demişti, masanın karşı ucunda oturan mavi gözlü, sarışınca ve topluca bir hanım: Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Arık, Türkiye Fizik Derneği ikinci başkanı. Sonra eklemişti: “Büyük bir servetin üzerinde oturuyoruz, küçük bir bilimsel yatırımla toryumu enerjide kullanarak dünya devleri arası girebiliriz.”
Sonra, Engin Arık’ın Boğaziçi Üniversitesi’ndeki laboratuvarına gittim ve kendisiyle bir söyleşi yaptım. Söyleşi “Kurtarıcının adı toryum” manşetiyle, 28 Temmuz 2002 tarihli Hürriyet Pazar’da tam sayfa yayımlandı. Ve Türkiye toryumun ne olduğunu, nükleer enerjide nasıl kullanılacağını öğrendi. Bana, aralarında Hakkı Devrim başta olmak üzere birkaç kutlama telefonu geldi. Birkaç bilimsel kıskançlık telefonu. Hükümet ciheti duymazdan geldi. Oysa ben yayımlanan söyleşinin küçük bir zelzele yaratacağını sanıyordum.
Bu vesile ile Engin Arık’ın “bilimsel elma”sının gerçekliğini de tanıdım: Yarısı umut ve mutluluk, öteki yarısı umutsuzluk ve mutsuzluk idi. Sözünü ettiğim söyleşiyi bulup okuyun. İnternette var. Toryum ve “Nobel’e layık görülen Engin Arık!” gerçeğini öğrenirsiniz. Toplum, siyaset, hükümet çevreleri ve bilim bürokrasisi toryum konusunda biraz bilinçlenirse bu saçma ölüm biraz da olsa bir işe yarar!... (Devam edeceğim.)
CUMHURİYET İMECESİ
Cumhuriyet gazetesi suskunluğun en yüksek sesidir yıllardır. Şimdi bu ses kısılmak isteniyor: Bir yandan ekonomik cendere, öte yandan siyasi baskı... Cumhuriyet gerçeğin yüksek sesle söylenmiş halidir, yalanla kurulu bu düzende iktidarların gözünde “fazla gerçek”tir. O yüzden kaleminden korkulur, susturulmak istenir.
Gazetemiz yalnızca bir yayın değil, vicdanı susturulamamış bir halkın belleğidir. Şimdi bir kez daha, baskıların, ekonomik ablukanın gölgesinde, “dayanışma” diyoruz. Bu çağrı, yalnızca gazeteye değil, hakikate sahip çıkma çağrısıdır. Gelin, kelime kelime, okur okur, imeceyle yaşatalım Cumhuriyet’i. Çünkü Cumhuriyet, sahibinin okur olduğu tek gazetedir!
***
1 Tan İnce, Md.Ph.D.